SEKİZİNCİ BÖLÜM
TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
KAPİTALİZMİN GENEL BUNALIMI
1- TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve en
son aşamasıdır. Emperyalizmin tarih içindeki durumunu belirlerken, Lenin,
emperyalizmin, kapitalizmin özel bir aşaması olduğunu gösteriyordu.
Emperyalizmin üç temel özelliği vardır: emperyalizm, 1) tekelci
kapitalizmdir; 2) asalak ve çürüyen kapitalizmdir; 3) cançekişen
kapitalizmdir.
Emperyalizm, Tekelci Kapitalizmdir
Ekonomik yapısı dolayısıyla, emperyalizm,
daha yukarda da söylediğimiz gibi
tekelci kapitalizmdir. Tekellerin egemenliği, onun başlıca
özelliğidir ve tek başına bu, emperyalizmin tarihteki yerini belirler.
Emperyalizm ve Sosyalizmde Bölünme
adlı yapıtında Lenin, tekelci kapitalizmin dört temel belirtisini ya da
tekellerin
[sayfa 193] dört temel kategorisini günışığına
çıkartmıştır.
Birincisi, tekel, üretimin çok
yüksek dereceye varan yoğunlaşmasından doğmuştur. Burada, kapitalist tekelci
gruplaşmaları, kartelleri, sendikaları, tröstleri, konsorsiyumları belirtmek
gerekir. Bunlar, kapitalist ülkelerin ekonomik yaşamında kesin bir rol
oynarlar. Üretimin yoğunlaşmasından doğan tekellerin, kapitalist ülkelerin
ekonomisinde ve politikasında egemen duruma gelmeleri, kapitalizmin yeni
evrim aşaması olan emperyalizmi niteler.
İkincisi, tekel, önceleri basit
aracılarken, pek güçlü mali merkezler haline gelen bankalardan doğmuştur.
Her gelişmiş kapitalist ülkede milyonlarla oynayan 5-10 büyük banka, sanayi
sermayesi ile banka sermayesinin "personel birliği"ni gerçekleştirir. Mali
sermaye ve mali oligarşi, toplumun ve ulusun ekonomik ve politik yaşamını
kendi iradesine bağımlı kılar. Bir avuç milyarder ve milyoner, hiçbir
denetim görmeden, ülkenin bütün kaynaklarını gönüllerince yönetirler.
Üçüncüsü, tekeller, başlıca
hammadde kaynaklarını, pazarları, sermaye yatırım alanlarını daha çok
ellerinde toplarlar. Egemenlikleri, ayrı ayrı ülkelere ve hatta bütün
bir kıtaya yayılabilir. Başlıca hammadde kaynaklarına, pazarlara, sermaye
yatırım alanlarına tekel olarak sahip olma, kapitalist kampın kendi
bağrındaki çelişkileri son derece ağırlaştırarak, ayrıca bir avuç mali
sermaye kodamanının yürüttüğü baskıyı pekiştirmiştir.
Dördüncüsü, tekeller emperyalist
devletlerin sömürgeci politikalarından doğmuştur. Toprakların "serbest fetih"
çağının yerini, halkların ekonomik ve politik uydulaştırılmasının etkeni
olan sermaye ve meta ihracı yoluyla, sömürgelere ekonomik sızma aldı.
Sonuç olarak, tekel, dev işletmeleri bir
bütün haline getirir, yüzbinlerce insanın emeğini biraraya toplar, pazarları
ve hammadde kaynaklarını denetler, bütün uzman ve bilginleri emrinde tutar.
Tekeller, kapitalist rejimde, üretimin toplumsallaştırılmasını mümkün olan
en son sınıra götürürler.
[sayfa 194] Ama üretimin bu dev toplumsallaşması,
üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır ve bir avuç kapitalistin
çıkarına hizmet eder. Üretici güçlerin bu devsel gelişmesinden halk
yığınları hiçbir çıkar sağlamamakla kalmaz, aynı zamanda onların sefaletleri
ve sömürgeleri en geniş boyutlara ulaşır. Böylelikle, tekellerin egemenliği,
kapitalizmin temel çelişkisi olan
üretimin toplumsal niteliği ile emek ürünlerinin kapitalist özel mülk
edinilmesi arasındaki çelişkiyi büyük ölçüde şiddetlendirir. Kapitalizm,
emperyalist aşamada, insan toplumunun gelişmesini dizginleyen gerici bir
güce dönüşür.
Lenin, tekellerin sonunun, üretimin en
geniş ölçüde toplumsallaşmasına vardığını göstermiştir. Üretimin
toplumsallaşmasının ve gelişmesinin yüksek düzeyi, toplumun sosyalizme
dönüşümü için
maddi koşullann biraraya geldiğini gösterir.
Emperyalist aşamada, toplumun üretici
güçlerinin yüksek gelişme düzeyi ile emek ürünlerinin kapitalist özel mülk
edinme biçimi birbiriyle çatışır. Bunun sonucu, ekonomik bunalım
dönemlerinde üretici güçler ağır gelişir, ya da geriler. Öte yandan,
tekeller, emekçiler üzerindeki baskıyı son sınırına vardırır. İşçi sınıfı,
savaşımda çelikleşir ve iktidarı ele alabilecek duruma gelir.
Lenin, emperyalist dönemde, kapitalizmden,
daha yüksek bir toplumsal ve ekonomik bir rejime geçiş döneminin bütün
belirtilerinin oluştuğunu ve ortaya çıktığını göstermiştir. Emperyalizmin,
kapitalizmin en yüksek ve en son aşamasının tarihsel rolü işte budur.
Emperyalizm, Asalak ya da Çürüyen Kapitalizmdir
Emperyalizm, yalnızca tekelci kapitalizm
değildir, aynı zamanda,
asalak ve çürüyen kapitalizmdir de. Emperyalizmin asalak niteliği,
kapitalistlerin pek büyük çoğunluğunun üretimle hiçbir şekilde ilişkilerinin
bulunmaması olgusunda görülür.
Kapitalistler kendilerine bir gelir
sağlayan hisse senetlerinin,
[sayfa 195] devlet tahvillerinin ve öteki değerlerin
sahipleri haline gelmişlerdir. İşletmelerin doğrudan doğruya yönetimi ise;
ücretli teknik elemanlara bırakılmıştır.
Kapitalizmin çürümesi, her şeyden önce,
onun mevcut üretici güçlerden yararlanmaya, işsizlere iş sağlamaya,
fabrikaları tam kapasite ile çalıştırmaya elverişsizliğinde görülür.
Kapitalist ülkelerin en zengini olan Amerika Birleşik Devletleri'nde,
işsizlik, kronik bir haldedir ve üretimin düşüklüğü özellikle önem taşır.
Tekelci kapitalizmin çürümesi ve
asalaklığı, burjuvazinin asalakça gereksinmelerini sağlayan, üretken olmayan
alanlarda çalışan kimselerin sayısının ve emekçilere karşı yöneltilen zor ve
baskı aygıtının büyümesi bakımından da kendini gösterir.
Kapitalizmin asalak niteliği, sermaye
ihracında, militarizmin ilerlemesinde, savaş kışkırtıcılığında da ifadesini
bulur. Gittikçe artan kaynaklar, maddi malların üretiminde değil, üretici
güçlerin, her şeyden önce de toplumun başlıca üretici gücü olan insanın
tahribinde kullanılır. Dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşında 10 milyon insan
ölmüş ve 20 milyon insan yaralanmıştı. Milyonlarca insanı, açlık ve çeşitli
salgın hastalıklar alıp götürmüştür. İkinci Dünya Savaşında ise aşağıyukarı
50 milyon insan öldü. İşte, emperyalistlerin kendi çelişkilerini savaş
yoluyla çözümleme girişimlerini, insanlık bu fiyatla ödemiştir.
Emperyalizm aşamasındaki kapitalizmin
çürümesinin nedeni, tekelin kendisinin (fiyatların yapay olarak
yükseltilmesi sonucu yüksek kârları güvence altına aldığı kadarıyla) imalat
yöntemlerinin yetkinleştirilmesi hızını düşürmesi, yani bir durgunluk
eğilimi yaratmasıdır.
İnsanlık atom enerjisinin
evcilleştirilmesine, uzay araştırmalarına, kimyanın gelişmesine ve üretimde
otomatizasyona, ve bilim ve tekniğin öteki gözalıcı gerçekleştirmelerine
bağlı bilimsel ve teknik bir devrim evresine girmiş bulunmaktadır. Ne var ki,
kapitalizmde üretim ilişkileri, bilimsel ve teknik devrim için pek dardır.
Emperyalizm, teknik
[sayfa 196] ilerlemeden, esas olarak askeri amaçlarla
da yararlanır. İnsan dehasının gerçekleştirmelerini, emperyalizm, insanlığın
kendisine karşı çevirir.
Bununla birlikte, yüksek tekel kârı elde
etme tutkusu, kapitalistleri bile, en üretken modern tekniği buyur etmeye
isteklendirir. Ama, tekelci devlet kapitalizminde modern tekniğin üretime
sokulması, işçi sınıfına karşı kullanılır. Kapitalist otomatizasyon, işçi
sınıfını geçim aracından yoksun bırakır, işsizlik yaygınlaşır, emekçilerin
yaşam düzeyi düşer.
Demek ki, emperyalizmde birbirine karşı
iki eğllim vardır: bir yandan tekniğin gelişmesi, öte yandan da, teknik
ilerlemenin dizginlenmesi.
Kapitalizmin çürümesiyle, emperyalist
burjuvazi, kazançları sayesinde, fazla kalabalık olmayan işçi aristokrasisi
tabakalarını, sık sık verdikleri sadakalarla sistemli olarak baştan çıkarır.
Burjuvazinin desteklediği bu tabaka, sendikaların ve işçi sınıfının öbür
örgütlerinin başına geçer. Bunlar, tıpkı küçük-burjuva unsurlar gibi, işçi
hareketi için önemli bir tehlike oluştururlar.
Burjuvazinin, toplumsal barışı ve
kapitalizmin reformist yoldan "iyileştirme"sini göklere çıkararak işçilerin
bilinci üzerinde zararlı bir etki yapması, işçi aristokrasisi aracılığı ile
olur. İşçi aristokrasisi, işçileri bölerek, onların kapitalizmi devirmek
için güçlerini biraraya getirmelerini engeller.
Emperyalizm, iç politikada olduğu kadar
dış politikada da, burjuva demokrasisinden politik gericiliğe yaptığı
dönüşle de nitelenir.
Anti-komünist ve anti-proleter yasalar,
komünist partilerin yasaklanması, komünistlerin ve diğer öncü işçilerin
yığın halinde işten kovulmaları, işletmelerdeki kara listeler, memurların
rejime bağlılıklarının araştırılması, demokratik basın karşısında polis
baskısı, grevlerin silahlı kuvvetler tarafından bastırılması, bütün bunlar,
emperyalist burjuvazinin egemenliğini sürdürmek için başvurduğu yöntemlerin
bir kısmıdır. İşte, tekelci sermayenin asalaklığının ve çürümesinin başlıca
öğeleri bunlardır.
[sayfa 197]
Kapitalizm geliştikçe, asalaklığı ve çürümüşlüğü daha bir şiddetli ortaya
çıkar. Bir zamanlar İngiltere'de böyle olmuştu. Sonra ABD, en ileri ülkeler
arasında yeraldı.
Amerikan kapitalizminin tüm evrimi,
Birleşik Amerika'nın bugün kapitalist dünyanın çürümüşlüğünün ve
asalaklığının başlıca odağı olduğunu gösterir.
Emperyalizm, Cançekişen Kapitalizmdir
Lenin, emperyalizmin, cançekişen
kapitalizm olduğunu söylüyordu. Bu emperyalizmin geçici bir nitelik taşıması
demektir. Kapitalizmin bütün çelişkilerini, ötesinde proletarya devriminin
başladığı en son sınıra kadar ağırlaştırır.
Baş çelişki, emek ile sermaye
arasındaki çelişkidir. Tekelci kapitalist rejimde, emekçi yığınlar
acımasızca sömürülmüşlerdir ve bu sömürünün eşine tekel-öncesi kapitalizmde
raslanmamıştır.
Eski sömürü yöntemlerine yenileri eklenir.
Büyük kapitalistlerin tekel durumu, kapitalistlere, emeği görülmedik bir
tarzda yeğinleştirme, büyük bir sürekli işsizler ordusunun varlığı nedeniyle
düşük tekel fiyatı üzerinden emek-gücü satın alma, tüketim malları için
tekel fiyatları saptayarak ve tüketicilere ağır mali yükler, para cezaları
vb. yükleyerek emekçileri tüketiciler olarak soyma olanağı verir. Aşırı
sömürü, emperyalizm yoluyla siyasal bakımdan daima daha çok ezilen işçi
sınıfının maddi durumunun kötüleşmesi, proletarya ile burjuvazi arasındaki
sınıf savaşımını daha da keskinleştirir. Sonuç: işçi sınıfının eski savaşım
yöntemleri yetersiz duruma gelir. Proletarya, ekonomik ve politik planda
çift yönlü savaşım vererek, gittikçe gözüpek bir şekilde, devrimci politik
savaşım yoluna girer.
Böylece emperyalizm, işçi sınıfını,
sosyalist devrimin eşiğine getirir.
Emperyalist aşamada, nüfuz alanları
uğruna savaşımda emperyalist güçler arasındaki çelişki şiddetlenir. Her
kapitalist grup, sermayeleri için bir eylem alanı olan pazarları ve
[sayfa 198] hammadde kaynaklarını ele geçirmeye ve
elinde tutmaya çalışır.
Kapitalistler arasındaki nüfuz alanları
uğruna savaşımda en geniş desteği devlet sağlar. Bu nedenledir ki,
emperyalist ülkeler arasındaki çetin savaşım, emperyalizmi zayıflatan,
emperyalizmin temellerini yıkan askeri çatışmalara neden olur.
Emperyalist dönemde, özellikle
emperyalizmin bugünkü aşamasında, bir yandan
sömürgeler ve bağımlı ülkeler, öte yandan da emperyalist güçler
arasındaki çelişkiler, adamakıllı keskinleşir. Emperyalist güçler,
azgelişmiş ülke halklarını amansızca soyar ve sömürürler. Emperyalist
baskının artması ve sömürge ve bağımlı ülkelerde kapitalizmin gelişmesi, bu
halkların kurtuluşları uğruna yürüttüğü savaşımı yoğunlaştırır.
Sosyalizmin ortaya çıkması ve kökleşmesi,
ezilen halkların kurtuluş çağını başlattı. Ulusal kurtuluş devrimleri,
sömürgecilere ezici bir darbe indirdi. Son 20 yıl içersinde sömürge
imparatorluklarının harabeleri üzerinde, hemen hemen, insanlığın üçte-birini
temsil eden 50'den fazla egemen devlet ortaya çıktı.
İşte, emperyalizmi cançekişen kapitalizme
dönüştüren başlıca çelişkiler bunlardır. Ama emperyalizmin bu ayırdedici
özelliği, kapitalizmin kendiliğinden ölebileceği, kendi kendine yıkılacağı
anlamına gelmez. Emperyalizm, cançekişen kapitalizmdir, çünkü, kapitalizmin
çelişkilerini en son sınıra getirdikten sonra, sosyalist devrimi gündeme
koymuş ve onu pratikte kaçınılmaz hale getirmiştir.
Sosyalist devrimin önce Rusya'daki sonra
da birçok Avrupa ve Asya ülkelerindeki zaferi, Lenin'in emperyalizmin,
cançekişen kapitalizm olduğu yolundaki sözlerinin parlak şekilde
doğrulanmasıdır.
Tekelci Devlet Kapitalizmi
Üretimin yüksek derecede toplumsallaşması,
özel tekellerle devlet tekellerinin, devlet aygıtıyla mali oligarşinin
[sayfa 199] birbirleriyle sıkı sıkıya kaynaşması
tekelci devlet kapitalizminin
niteliğidir. Bu bütünleşmenin amacı, tekellerin daha büyük ölçüde
zenginleşmesi için ülke ekonomisine elkoymaktır.
"Tekelci devlet kapitalizmi, deniyor SBKP
programında, devlet gücü ile tekellerin gücünü, tekelleri zenginleştirmek,
işçi hareketini ve ulusal kurtuluş savaşımını ezmek, kapitalist rejimi
kurtarmak ve saldırı savaşları açmak için bir tek mekanizmada
birleştirmiştir." (Verse le communisme, SBKP XXII. Kongresi belgelerinden
derleme, Moskova 1961, s. 502-503.)
Emperyalist dönemde, bütün kapitalist
ülkelerdeki hükümetler, başlıca tekellerin güvendiği temsilcilerden ya da
tekelcilerin kendilerinden oluşmuştur. Öte yandan, en büyük tekellerde,
önemli ve kazançlı makamların, genel olarak bakanlara, generallere,
diplomatlara verildiği görülür.
Örneğin, Birleşik Devletler'de, 1955'te
272 önemli devlet makamından 150'si büyük kapitalistler ve 30'u da,
kumpanyaların danışman avukatları tarafından tutulmuştu. Rockefeller mali
grubu, hükümette, bir işadamları hükümetinin başında ve 15 sınai ve mali
şirketin müdürü olan bakan Dulles tarafından temsil ediliyordu. Du Pont
grubu, hükümette, General Motors'un eski başkanı olan savunma bakanı Wilson
tarafından uzun süre temsil edildi. 1964'te kurulan Amerikan hükümeti, en
önemli makamları en büyük tekel temsilcilerine sunmuştu. Ford Motor
Company'nin başkanı Mac Namara'nın savunma bakanlığına atanması, böyle
olmuştur. Durum, öteki kapitalist ülkelerde de aynıdır. Bütün bunlar, devlet
aygıtıyla büyük tekellerin içiçe geçmesini kanıtlıyor. Devlet, tekelci
burjuvazinin işlerini yürütmeyi üstlenen bir komiteden başka bir şey
değildir.
Bugün, tekelci devlet kapitalizminin
başlıca belirtileri nelerdir? Bunlar,
devletin çeşitli denetim biçimleri, ekonomik faaliyeti düzenleme
önlemleri, devlet mülkiyetinin tekellerin yararına kullanılması, kapitalist
tekellere
meta siparişleri şeklinde devlet yardımı, devlet güvencesi altında
sermaye ihracı
vb.'dir. Ama tekelci devlet kapitalizminin bütün bu [sayfa
200] belirtileri, aynı amacı güderler: mali oligarşiyi
zenginleştirmek.
Bütçe giderleriyle devlet işletmeleri
kurulması ve devlet mülkiyeti haline gelen özel işletmelerin burjuva devlet
tarafından ulusallaştırılması, mali oligarşiyi zenginleştirmekte önemli rol
oynarlar. Devlet, işletmeleri kurarken, inşa işleri, en elverişli
koşullarla, özel tekellere verilir. Kurulduktan sonra, bu işletmeler, genel
olarak en ucuz fiyatla en büyük tekellere kiralanarak ya da en düşük fiyatla
bu tekellere satılarak sömürü devam edip gider. Eğer devlet, özel
işletmeleri ulusallaştırırsa, bu, kapitalistlerin çıkarına yapılır.
İşletmelerin eski sahiplerine, genel olarak ulusallaştırılan işletmenin
değeri üzerinde bir ödeme yapılır; bunlar en büyük tekeller yararına
işletilirler. Böylece, her iki halde de devlet, kapitalistlerin lehine
müdahalede bulunur.
Tekelci devlet kapitalizmi, işçi
sınıfının sömürülmesinde bir yeğinleşmeyi ve tüm emekçilerin yaşam düzeyinde
bir düşmeyi birlikte getirir. Devlet gücüne dayanan tekeller, işçi sınıfının
sömürülme derecesini artırırlar, işletmelere öldürücü bir sistem sokarlar,
vergiler ve yüksek fiyatlarla emekçilerin soyulmasını yeğinleştirirler.
Bütün bunlar, çelişkilerin ve emek ile sermaye arasındaki savaşımın
keskinleşmesi sonucunu verir.
Öte yandan, tekelci devlet kapitalizmi,
kapitalist rejimde, üretimin toplumsallaşmasını en yüksek düzeye
ulaştırarak, sosyalizme maddi hazırlığı tamamlar; o, öncü belirtidir.
Bununla birlikte, sosyalizme geçmek için, işçi sınıfının iktidarı alması
gerekir.
Tekelci devlet kapitalizmi, farklı
ülkelerde, farklı dönemlerde ve ulusal ekonomi dallarında eşit olmayan bir
şekilde gelişir. Bu nedenledir ki, dünya savaşları ve ekonomik bunalımlar,
militarizm ve politik alt-üst olmalar, tekelci sermayenin, tekelci devlet
sermayesine dönüşmesini hızlandırmıştır.
Sağ sosyalistler ve revizyonistler,
tekelci devlet kapitalizminin emperyalizmin niteliğini değiştireceğini ileri
sürerler. Onlara göre devlet, kapitalist ülkeler ekonomisinde kesin bir
[sayfa 201] güç haline gelecektir, ekonominin bütün
toplum yararına planlanmış yönetimini sağlayabilecektir, vb.. Olaylar, bu
aldatmacayı çürütüyor.
Tekelci devlet kapitalizmi, emperyalizmin
niteliğini değiştirmez. Üretim ve bölüşüm sistemi içinde başlıca sınıfların
durumunu değiştirmek şöyle dursun, tam tersine, emek ile sermaye, tekeller
ile ulusun çoğunluğu arasındaki uçurumu derinleştirir. Kapitalist ekonomiyi
bir düzene sokmak için devlet tarafından yapılan girişimler rekabeti de,
üretimdeki anarşiyi ortadan kaldırmadı, ekonominin uyumlu gelişmesini toplum
çapında sağlayamadı, çünkü üretimin temelinde, kapitalist mülkiyet ve
ücretlilerin sömürüsü yatmaktadır. Modern kapitalist ekonominin evrimi,
"bunalımsız" ve "planlı" kapitalizm konusundaki burjuva teorilerini
çürütmektedir. Tekelci devlet kapitalizminin diyalektiği, burjuvazinin umudu
olarak kapitalist sistemi pekiştirme yerine, sistemin çelişkilerini daha da
ağırlaştırarak, onu, temellerine kadar sarsıyor.
Gelişme yolundaki birçok ülkede
(Hindistan, Endonezya vb.), devlet, ekonomik planda bir dizi önlemler
alıyor, büyük işletmeler inşasına koyuluyor, ağır sanayiin gelişmesini
izlemekte özel bir dikkat gösteriyor. Oysa, burada görülen gelişme, tekelci
devlet kapitalizmi değil,
devlet kapitalizmidir. Devlet kapitalizmi, ekonomik gelişmede,
emperyalistlere karşı ekonomik bağımsızlığı kazanmakta bu ülkelere yardım
ettiği için ilerici bir rol oynar.
Ekonomik ve Politik Gelişmenin Eşitsizliği Yasası
İşletmelerin, sanayi dallarının ve ülkenin
eşit olmayan gelişmesi, çağdaş kapitalist dönemin yapısının gereğidir.
Gelişmenin eşitsizliği, kapitalist üretimdeki rekabet ve anarşiden gelir.
Bununla birlikte, tekel-öncesi dönemde kapitalizm azçok düzenli
gelişebilmişti. Kapitalist ülkelerin birbirlerini geçmeleri oldukça uzun bir
zaman almıştır. Kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinin niteliği emperyalizme
geçişle
[sayfa 202] değişti. Bu andan başlayarak, bazı
ülkelerin evrimi ardışık sıçramalarla oldu. Teknikte olağanüstü ilerlemeler,
bazı ülkelere, rakiplerini hızla geçme olanağı sağladı. Öne geçen ülkeler
büyük çapta hammadde kaynakları, yani pazarlar ve bir sermaye yatırımı alanı
ele geçirmeye çalıştılar. Ama, artık yağma edilecek topraklar kalmamıştı,
çünkü dünya bütünüyle paylaşılmıştı.
Emperyalist devletler arasındaki ekonomik
ve askeri kuvvetler oranının değişmesi, onları karşı karşıya getirdi.
Önceden paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılması için savaşım
başlamıştı. Güçler oranında meydana gelen değişmeler, kapitalist dünyanın
düşman gruplara bölünmesine yolaçtı. Emperyalist kamptaki çelişkilerin
yeğinleşmesi, emperyalistlerin zayıflamasına neden oldu. Bu temel üzerinde,
emperyalizm zincirinin en zayıf olduğu, proletaryanın zaferi için en
elverişli koşulların bulunduğu ülkede emperyalist cepheden bir kopma
olabilirdi.
Emperyalizm aşamasında, kapitalist
ülkelerin ekonomik gelişmedeki eşitsizliği, onları,
politik gelişmede de eşitsizliğe götürdü. Sınıf çelişkilerinin
şiddetlenmesi ülkelere göre değişiyordu. Proletaryanın politik bilinci ve
devrimci iradesi ile, onun, köylülüğün başlıca yığınlarını ardından
sürükleme yeteneği de eşit olmayan bir şekilde gelişti. Bu farklı ülkelerde,
proletarya devriminin politik öncüllerinin de eşit olmayan bir olgunlukta
bulunması demektir.
Emperyalizmde kapitalist ülkelerin
ekonomik ve politik gelişmesinin eşitsizliği yasasından hareket eden Lenin,
ilkin birkaç ülkede, hatta tek bir kapitalist ülkede sosyalizmin
zaferinin olanaklılığı, sosyalizmin zaferinin bir anda bütün ülkelerde
birden olanaksızlığı konusunda önemli bir tarihsel sonuç çıkardı.
Üstelik, bunun, çok gelişmiş bir kapitalist ülkede olması da gerekli değildi.
Bir tek ülkede sosyalist devrimin zaferi,
dünya sosyalist devriminin başlangıcını gösterir. Marx ve Engels,
kapitalizmin tekel-öncesi döneminde yaşamışlardır. Proletarya devriminin
ancak en ileri kapitalist ülkelerde ve aynı zamanda
[sayfa 203] zafer kazanacağını düşünüyorlardı. Marx ve
Engels'in vardıkları bu sonuç, tekel-öncesi kapitalizm için geçerli
sayılabilirdi. Ama emperyalist çağda, proletarya devriminin üstünlük
sağlayacağı koşullar kökten değişti. Bu konuda Birinci Dünya Savaşı
sırasında Lenin şöyle yazıyordu: "Eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme,
kapitalizmin mutlak yasasıdır. Böylece, sosyalizmin zaferi, önce birkaç, ya
da hatta yalnızca bir tek kapitalist ülkede olanaklıdır." (Lenin, "Avrupa
Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine",
Marks-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 239-249.)
Lenin'in büyük önem taşıyan bu sonucu, farklı
ülkelerdeki proleterlerin önüne devrimci bir görüş açısı serdi, onların
girişkenliklerini geliştirdi, sosyalizmin kesin zaferine inançlarını
pekiştirdi. Sosyalizmin farklı ülkelerde, aynı zamanda başarı kazanamayacağı
olgusu, bir dünya sosyalist ekonomi sistemi bünyesinin nesnel
zorunluluğundan ve kapitalist sistem ile sosyalist sistemlerin barış içinde
devamlı birarada yaşama olanağından çıkar.
Lenin'in sosyalist devrim konusundaki
teorisi, Rusya'da, Lenin'in önderliğinde, Komünist Partinin örgütlediği
Büyük Ekim Devriminin zaferiyle tam olarak doğrulanmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra, bugün
sosyalizmi başarıyla kuran bir dizi Avrupa ve Asya ülkesinin emperyalist
sistemden devrimci yolla kopması, sosyalist devrim üzerine Lenin tarafından
formüllendirilen teorinin yeni ve parlak bir doğrulanması olmuştur.