2- KAPİTALİST BİRİKİMİN GENEL YASASI
Kapitalist Birikimin Genel Yasası Nedir?
İşçi sınıfının durumunun ağırlaşması ve işsizliğin yaygınlaşması, doğa yasalarıyla değil, kapitalist üretim yasalarıyla
[sayfa 111] açıklanır. Marx, şöyle yazıyordu: "Toplumsal servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı ve dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve emeğin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. ... Ama, bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Ensonu, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur.
Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır." (Karl Marks, Kapital, Birinci Cilt, s. 661.)
Böylece, kapitalist birikimin genel yasası: bir uçta zenginliğin büyümesini belirleyen sermayenin birikmesidir, --ki kapitalist sınıfın elinde toplanır-- bir uçta da işçi sınıfının yanında bulunan ve durmadan büyüyen işsizlik ve yaşamın güvensizliğidir.
Kapitalist birikimin genel yasası, kapitalizmin temel ekonomik yasasının, artı-değer yasasının etkisinin somut bir belirtisidir. Açıkçası, artı-değer elde etme yarışı giderek zenginliklerin birikimine, lükse, asalaklığa, burjuvazinin israfına varır. Zenginliklerin birikimi burjuvazide toplandıkça, işsizler ordusunun sayısı da çoğalır. İş tutan işçilerin sömürü derecesi yükseldikçe onların maddi durumu da gittikçe kötüleşir. Bunun içindir ki, sermaye birikimi ile proletaryanın yoksullaşması, kapitalist toplumun birbirinden ayrılmaz iki yönüdür.
Proletaryanın Durumunun Nispi ve Mutlak Kötüleşmesi
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, proletaryanın nispi yoksullaşması da ortaya çıktı. Bu durum, toplumsal zenginlik arttıkça, toplumda yeni yaratılan değerden (yani ulusal gelirden) işçinin aldığı payın azaldığını, kapitalistlere düşen payın da arttığını gösterir.
İşçi sınıfının durumunun sürekli olarak nispi yoksullaşmasını
[sayfa 112] açıkça gösteren örnek, özellikle Amerika, İngiltere gibi ileri kapitalist ülkelerde ortaya çıkmıştır. Örneğin 1890'da ABD'nin ulusal gelirinde emekçilerin payı %56'ydı; 1923'te %54; bugün ise %50'den daha azdır.
Ama işçi sınıfının ulusal gelirden aldığı pay azalırken, kapitalistlerin payı devamlı olarak artmaktadır. "ABD'de kapitalist sınıflar ulusal gelirin yarısından fazlasına sahip oluyorlar, oysa ülke nüfusunun hemen hemen onda-birini temsil etmektedirler."
İşçi sınıfının nispi yoksullaşması, işçi sınıfının zararına, kapitalistlerin yararına olan ücret ile kâr arasında mevcut oran değişikliğiyle ifade edilir.
Kapitalist birikimin genel yasasında, işçi sınıfının maddi durumunun mutlak kötüleşmesi eğilimi yanında, işçi sınıfının mutlak yoksullaşması da vardır.
Kapitalist rejimde güvensizlik, işçinin nasibidir. Sermaye birikimi, sürekli olarak ücretli işçi üretir, onu, bir sömürü nesnesi haline getirmek üzere, emek pazarına sürer. Bir yandan, işçi sınıfının büyük bir bölümünü aşırı çalışmaya, korkunç bir sömürüye mahkum eder; öbür yandan da önemli miktarda bir işsiz ordusu yaratır.
Mutlak yoksullaşma, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşması demektir: gerçek ücret düşer, yaşam pahalanır, işsiz ordusu, kırlarda olduğu gibi kentlerde de kabarır, emek (çalışma) yeğinleşir, konut koşulları çekilmez hale gelir, vb.. Bu etkenlerden bazılarını inceleyelim.
Kapitalist ülkelerde yaşam, daha pahalı oluyor. Örneğin, Birleşik Devletler'de yaşam pahalılığı göstergesi 1947-1949'larda 100 alınırsa, 1950'de 103, 1955'te 115 ve 1960'ta 126,4. Demek ki, 1 Ocak 1961'de yaşam pahalılığı, Birleşik Amerika'da 1947'ye oranla %26,4 artmıştır.
Heller Komisyonunun verilerine göre, 1954'te, ABD'de, dört kişilik bir ailenin yıllık bütçesi (asgari gelir), 5.335 dolar olarak hesaplanmıştır. Ama aynı yıl içinde Amerikan
[sayfa 113] ailelerinin %32'sinin yıllık geliri ise 3.000 doların altındaydı. Amerikan ailelerinin %31'inin geliri ise 3.000-5.000 dolardı. Demek ki, 1954'te Amerikan ailelerinin %63'ü, asgari gelirin altında bir gelire sahipti. 1961'de Heller bütçesi, daha o zaman yıllık 6.826 doları temsil ediyordu. Hemen hemen vasıflı işçi ailelerinin %53'ünün, yarı-vasıflı işçi ailelerinin %67'sinin, vasıfsız işçi ailelerinin %85'inin ve tarım işçileri ailelerinin %94'ünün, asgari gelirin altında bir yıllık geliri vardı. Vasıfsız işçi ailelerinin üçte-biri ve tarım işçileri ailelerinin yaklaşık dörtte-üçü, ancak bu asgari gelirin yarısını kazanıyordu.
Eğer Büyük Britanya'daki yaşam pahalılığı göstergesini 1938'de 100 olarak alırsak, bu rakam, 1950'de 185 ve 1955'te 246'ya yükselmiştir. Böylece, 1938 ile 1955 arası yaşam pahalılığı iki-buçuk kat artmış oluyor. Bu artış hareketi, 1955'ten sonra da devam etmiştir. 1956'daki yaşam pahalılığı göstergesini 100 olarak alırsak, gösterge, 1958'de 109 ve 1960'ta 110,7'dir.
İşsizliğin artması, kapitalist rejimde işçi sınıfının mutlak yoksullaşması eğiliminde olağanüstü önem taşıyan bir etkendir. Kapitalist ülkelerde işsizlik, kesintisiz, süreğen bir durum almıştır. Tam işsizlere, milyonlarca kısmi işsiz katılmıştır. ABD'de, İkinci Dünya Savaşından sonra, tam işsizlerin sayısı 2-3 milyon, 1962'de ise, 4 milyondan fazlaydı. Bundan başka, her yıl için 10 milyona yakın kısmi işsiz hesap edilmiştir.
Yoksulluklar, acılar, yalnızca işsizlerin yazgısı değildir. İşsizlik, tüm işçi sınıfının durumunu kötüleştirir. Çünkü kapitalistler, bundan yararlanarak, çalıştırdıkları işçilerin ücretlerini düşürürler.
İşçi sınıfının yaşam düzeyinin düşme belirtilerinden biri de kapitalist işletmelerde
emeğin gittikçe yeğinleşmesidir. İş güvenliğinin yetersizliği ve emek yeğinleşmesinin aşırılığı nedeniyle, iş kazaları da gittikçe artmaktadır. Örneğin, Amerikan fabrikalarında, her üç dakikada ya bir ölüm ya da bir sakatlanma olayı ve her on saniyede bir iş kazası olur.
[sayfa 114] Resmi istatistiklere göre, 1950 ile 1960 yılları arasında, Birleşik Amerika'da 22 milyon iş kazası olmuştur, yani yılda 2 milyon.
Mutlak yoksullaşma eğilimini tahlil ederken emperyalizmin sefalet ve yüksek ölüm oranından başka miras bırakmadığı sömürge ve bağımlı ülkelerdeki emekçilerin durumunu; tüm kapitalist ülkelerdeki zanaatçı ve köylü yığınlarının yoksullaşmasını ve yıkılıp gitmesini de hesaba katmak gerekir.
İşte, kapitalist ülkelerdeki yoksullaşma etkenlerinden bazıları kısaca bunlardır.
Mutlak yoksullaşmadan, işçilerin yaşam düzeyinin yıldan yıla, günden güne sürekli ve genel bir düşmesi anlaşılmamalıdır. Kapitalist dünya ekonomisinin tümü içinde bu düzey düşerken, şu ya da bu ülkede, ya da birçok ülkede, bu düzey yükselebilir. Kapitalist ülkelerde emekçilerin durumunu değerlendirirken, işçi sınıfının şu ya da bu şekilde maddi düzeyinin, burjuvazi ile proletaryanın güçleri arasındaki ilişki tarafından belirlenmiş olduğunu unutmamak gerekir. Kapitalizmin bütün tarihi boyunca, işçiler, kendi varlık koşullarını iyileştirme uğruna inançla savaşmışlardır. Bu, işçi sınıfının yaşam düzeyinin düşmesini dizginleyen bir etkendir.
Kapitalist dünyada, grev hareketi, yıldan yıla yaygınlaşıyor. ABD'de grev hareketi, özel bir genişleme gösterir. İkinci Dünya Savaşı öncesinin on yılı ile (1931-1940) savaş sonrasının on yılını (1946-1955) kıyaslayarak, grev sayısını 22.021'den 43.159'a, grevci sayısının 9,5 milyondan 26,5 milyona; kaydedilen işgünü toplamının 145 milyondan 434 milyona çıktığını saptarız. 1962'de, ABD'de, yaklaşık 1,5 milyondan fazla işçinin katıldığı 3.500 grev yapıldı. Grevler giderek daha inatçı ve daima daha uzun süreli oluyor.
Bütün kapitalist dünyada grevlere katılan işçi ve hizmetlilerin sayısı, (1956'da) 14 milyondan 1960'ta 54 milyona çıkmıştır, yani hemen hemen 4 kat fazla. İşçi sınıfı gittikçe yoğun bir politik etkinlik gösteriyor. 1958'de, bütün kapitalist dünyada, politik grevlere katılan grevcilerin oranı yaklaşık
[sayfa 115] %43 iken, 1960'ta bu oran, %75'e yaklaşmıştır.
Burjuva ve sağ sosyalist ekonomistler, kapitalizmi iyi göstermek kaygısıyla bir yığın "teoriler" ileri sürerek, kapitalist rejimdeki emekçi yığınların mutlak ve nispi yoksullaşması üzerine marksist-leninist teoriyi yalanlama çabasına koyuldular.
Son zamanların yaygın teorilerinden en uydurma olanı, "halk kapitalizmi" teorisidir. Şimdi bu, emperyalizmin emekçi yığınları aldatmakta kullandığı resmi teori olmuştur. Böylece, örneğin, Birleşik Amerika'da resmi bir danışma ajansı, bu uydurma teoriyi yayma görevini üstlenmiştir. Bu örgütün yöneticilerinden birine göre, "halk kapitalizmi"nin bugünkü Amerikan kapitalizmi ile Marx ın sözünü ettiği 100 yıl önceki Avrupa kapitalizmi arasındaki farkı gösteren bir terim olması çok önemlidir.
"Halk kapitalizmi" teorisinin propogandacılarına göre, kapitalist düzende, işçi ücretleri öylesine hızlı artar ki, işçilerle kapitalistler arasındaki sınıf farkları tamamen silinir. İşçi, kendi ücretiyle bir araba, bir ev, hisse senetleri satın alır, para biriktirir, birçok işletmelerin kârlarına katılır. Savunucularının iddiasına göre "halk kapitalizmi", zenginler ile yoksulların yaşam tarzı arasındaki uçurumu azaltarak "gelirlerde devrim yapar"; maddi mallar, toplum üyeleri arasında, eşit şekilde üleşilir. Bunun sonucu olarak, eşitlik, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının yerine geçer, ve onlara göre marksizm-leninizmin sınıf savaşımı teorisi artık zorunlu olmaktan çıkar, çünkü, her işçi eğer çalışkansa ve para biriktirirse kapitalist haline gelebilir.
Bununla birlikte çürütülemez olgular, "halk kapitalizmi" teorisinin aldatıcı niteliğini gösterir. Bunun en iyi tanıtı, grev hareketinin genişlemesidir. "Toplumsal barışı", "sınıflar uyumunu" ileri sürenler, kendi sınıf çıkarları için emekçileri savaşımdan vazgeçirmek amacıyla, işçi hareketi içinde bölünmeyi kışkırtmak için, işçi sınıfını silahsızlandırmak ve onu devrimci savaşım olmadan da kapitalist sistemin kötülüklerinin yokedilebileceğine inandırmak için tanıtlanamaz
[sayfa 116] olanı tanıtlamaya çalışıyorlar.
Kapitalist Birikimin Tarihsel Eğilimi
Sermaye birikimini bütün yönleriyle tahlil ettikten sonra Marx, kapitalist birikimin tarihsel eğilimini ortaya koyar.
Kapitalist mülkiyetin çıkış noktası, küçük üreticilerin özel mülkiyetidir. Feodal rejimde, küçük meta ekonomisi parçalanmaya ve kapitalist öğeler belirmeye başladı. Ama bu parçalanma süreci çok yavaş oldu. Ancak sermayenin ilkel birikim döneminde küçük üreticinin kabaca soyulmasıyla parçalanma süreci tamamlandı. Sonuç: kapitalist mülkiyet egemen duruma geldi.
Üretim araçlarının tastamam özel mülkiyeti üzerine kurulan burjuva üretim ilişkileri, gelişmesinin ilk aşamasında üretici güçlerin hızlı ilerlemesine katkıda bulunmuştur: malzemenin artmasına, yüzlerce ve binlerce işçinin bir yerde toplaşmasına yardım etti; üretim toplumsal bir nitelik kazandı.
Üretimin bu toplumsal niteliği, kapitalizme bağlı ekonomik yasaların etkisi ile daha da belirginlik kazanır. Kapitalizmin temel ekonomik yasası --artı-değer yasası--, işçi sınıfının gittikçe artan sömürülmesini ve, bu temel üzerinde, sermayenin gittikçe büyüyen birikimini belirler. Sermayenin organik bileşimini artıran da, üretimi merkezileştiren de, sermayenin bu birikim sürecidir.
Üretimin toplumsallaşması süreci, sermaye kodamanlarının sayıca sürekli azalmasıyla atbaşı gider; sermaye kodamanları, toplumsal servetin giderek dikkate değer bir miktarını ellerinde toplar ve milyonlarca emekçinin kolektif emeğinin ürünlerini maledinirler.
Kapitalizm ilerleyip geliştikçe üretim sürecinin toplumsal niteliği ile özel mülkiyetin kapitalist biçimi arasındaki çelişki artar ve özel mülkiyet, üretici güçlerin gelişmesine bir engel haline gelir.
Emeğin sermaye yolu ile toplumsallaşması kapitalizmin
[sayfa 117] ortadan kalkmasının nesnel öncüllerini hazırlar. Ama kapitalizmin iç yasalarının eylemi de, bu ortadan kalkmanın öznel öncüllerini yaratır. Sermayenin artmasıyla, üretimin merkezileşmesi, aynı zamanda olur. İşçi sınıfı sayıca kabarır ve aynı kapitalist üretim mekanizması ile biraraya gelir, örgütlenir ve yeni, sosyalist toplumda üretimin yönetici rolüne kendini hazırlar. Kapitalist birikim sırasında işsizlik büyür, işçi sınıfının durumu ağırlaşır. Savaşımın güçlenmesi de buradan gelir. İşçi sınıfı, sefaletten ve açlıktan, sömürüden ve kölelikten kurtulmak için izlenecek tek yolun, devrim sonucu kapitalizmi kaldırmak olduğunu giderek daha iyi anlar.
Böylece, kapitalizm, kendi yokoluşunun nesnel ve öznel öncüllerini kendisi hazırlar.
Kapitalist birikimin tarihsel eğilimi işte budur; özel mülkiyeti kamulaştırmak, kapitalizmi ortadan kaldırmak ue sosyalizmin zaferini sağlamak için gerekli bütün koşulları bu eğilim hazırlar.
Kapitalizmin kaçınılmaz yokoluşu, tarihsel gelişmenin bütün akışıyla doğrulanmış bulunuyor. Böylece, 1917'de, Rus işçi sınıfı, yoksul köylülük ile sıkı ittifak halinde, ve başında Lenin'in bulunduğu Komünist Partisi öncülüğünde, Büyük Sosyalist Ekim Devrimini tamamladı. Devrimci dönüşümler sırasında, Sovyet ülkelerinin işçi sınıfı, burjuvaziyi mülksüzleştirdi, üretim araçlarının özel mülkiyetini tasfiye etti ve onun yerine üretim araçlarının toplumsal sosyalist mülkiyetini getirdi. Bundan dolayı, toplum üyeleri arasında yeni üretim ilişkileri, her türlü sömürüden kurtulmuş insanlar arasında elbirliği ve sosyalist yardımlaşma ilişkileri de ortaya çıkmış bulunmaktadır.
[sayfa 118]
İkinci Dünya Savaşından sonra, ekonomik ve toplumsal büyük dönüşümler yoluna, bugün sosyalizmi başarıyla kurmakta olan başka birçok ülke halkları da girmiştir.