KÜTÜPHANE | EKONOMI-POLITIK

P. Nikitin

Ekonomi Politik

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE BİRİKİMİ VE PROLETARYANIN DURUMUNUN KÖTÜLEŞMESİ

     
      ARTI-DEĞERİN sermayeden kaynaklandığını daha önce görmüştük. Ama sermayenin kendisi de artı-değerden kaynaklanır. Bu nasıl olur? Soruyu yanıtlamak için kapitalist üretimin mekanizmasını bilmemiz gerekir.
     

1- SERMAYE BİRİKİMİ VE İŞSİZ ORDUSUNUN OLUŞUMU

Yeniden-Üretim ve Sermaye Birikimi

     

      Üretimden sözettiğimiz zaman">

KÜTÜPHANE | EKONOMI-POLITIK

P. Nikitin

Ekonomi Politik

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE BİRİKİMİ VE PROLETARYANIN DURUMUNUN KÖTÜLEŞMESİ

     
      ARTI-DEĞERİN sermayeden kaynaklandığını daha önce görmüştük. Ama sermayenin kendisi de artı-değerden kaynaklanır. Bu nasıl olur? Soruyu yanıtlamak için kapitalist üretimin mekanizmasını bilmemiz gerekir.
     

1- SERMAYE BİRİKİMİ VE İŞSİZ ORDUSUNUN OLUŞUMU

Yeniden-Üretim ve Sermaye Birikimi

     

      Üretimden sözettiğimiz zaman, maddi malların yaratılması sürecini anlıyoruz. Bu, kapitalist rejimde, işletmecinin pazardan üretim araçları ve emek-gücü satın aldığı ve insanların, maddi malların yaratılmasıyla sonuçlanan üretici faaliyeti anlamına gelir. Üretim süreci tamamlanmıştır. Bu, maddi malların üretimini devam ettirmenin gereksizliği [sayfa 101] anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır. Maddi mallar üretimini durdurarak yokolma tehlikesini göze almayan toplum, üretim yapmadan edemez. Bunun içindir ki, maddi malların üretim süreci devam ettirilmelidir, yani aynı aşamalar tekrar tekrar aşılmalıdır. Maddi malların bu üretim sürecine, kesintisiz olarak yinelenen bu sürekli yenilenme sürecine, yeniden üretim denir.

      Yeniden-üretim süreci, her toplumda yerine getirilir. Ama, yeniden-üretimin nedenleri toplumlara göre farklı olur. Kapitalizmde, yeniden-üretimin uyarıcısı, kapitalistlerin artı-değer elde etme yarışıdır. Maddi malların üretimi ve yeniden-üretim, emekçilerin gereksinmelerini karşılamak için değil, kapitalistin kazanç sağlayabilmesi için yapılır.
      Artı-değeri, kapitalist yeniden-üretim yaratır ve ona kapitalist sahip çıkar. Ama burada, bizi ilgilendiren, yalnız, artı-değere sahip çıkılması değil, aynı zamanda artı-değerin kullanılması, yani onun harcanmasıdır. Eğer artı-değerin tamamı, kişisel, tüketimi için kapitalist tarafından kullanılmışsa, bu, basit yeniden-üretimdir. Örneğin, kapitalist, 160.000 doları değişmeyen ve 40.000 doları da değişen sermaye olmak üzere 200.000 dolarlık bir sermaye yatırmış olsun. Artı-değer oranı, %100'e eşit olduğunda, bütün değişmeyen sermayenin ürün değeri içine girdiği varsayılarak, üretim 240.000 dolara ulaşacaktır. (160.000s+40.000d+40.000a=240.000). Bu 240.000 doların 200.000'i işe başlarken yatırılan miktar ve 40.000'i işçilerin emeği ile yaratılmış olan artı-değerdir.
      Basit yeniden-üretimde bütün artı-değer kapitalistle ailesinin kişisel tüketimine ayrılmış olduğundan, ertesi yılın üretim süreci, aynı geçen yıldaki oranda yenilenmiş olacak, bunu izleyen yıllarda da durum gene değişmeyecektir. Basit yeniden-üretimde maddi malların üretim süreci, hacim değişmeden yenilense bile, onun tahlili, kapitalistlerin zenginleşme kaynağını çözme olanağı verecektir.
      Üretim süreci içinde ilk olarak yatırılan sermaye, yeniden-üretilmiş, kapitalistin kişisel gereksinmeleri için [sayfa 102] harcadığı bir artı-değer yaratmıştır.
      Eğer kapitalist, artı-değere sahip çıkmasaydı, başlangıçta yatırdığı sermayenin tamamını kişisel tüketimi için yavaş yavaş harcardı. Örneğimizde olduğu gibi, kapitalist, yılda 40.000 dolar harcadığı takdirde, başlangıçta yatırılan 200.000 dolarlık sermayeden, beş yıl sonra, elinde, hiçbir şey kalmayacaktır. Ama böyle olmuyor, çünkü gereksinmelerini karşılamak üzere kapitalist tarafından harcanmış olan para toplamı, karşılığı işçiye ödenmeyen emekle yaratılan artı-değerden oluşur.
      İlk yatırılan sermayenin kaynağı ne olursa olsun, kapitalist basit yeniden-üretim sırasında, bu sermaye, belirli bir zaman dönemi sonunda, işçilerin emeği ile yaratılmış ve bedava olarak kapitalist tarafından elkonulmuş bir değer haline gelir.
      Buradan şu sonuç --pek önemli şey-- çıkar ki, işçi sınıfı, sosyalist devrim sırasında, kapitalistleri mülksüzleştirdiği, fabrikalarına ve işletmelerine elkoyduğu zaman, işçi sınıfı kuşaklarının emeğiyle yaratılanı geri almaktan başka bir şey yapmaz. Demek ki, kapitalist özel mülkiyetin tasfiyesi, haklı bir olay, tarihsel adaletin yerine getirilmesi olayıdır.
      Biz, kapitalistin, kişisel gereksinmeleri için artı-değerin tamamını harcadığını varsaymıştık. Ama bu durum sonuna kadar sürdürülebilir mi? Kapitalist gelişmenin ilk aşamasında, böyle durumlar çok oluyordu. O zaman, kapitalist, az miktarda işçiyi sömürürdü. Bazan kendisi de çalışırdı. Kapitalist işletmeler büyüyünce ve kapitalist, yüzlerce, binlerce işçiyi sömürmeye başlayınca, durum değişti. Örneğin, 1.000 işçi kiralayıp da yılda onlara 2 milyon dolar ücret ödediği zaman, işçiler kapitalist için (artı-değer oranı %100'e eşit varsayılarak) yılda 2 milyon dolarlık bir artı-değer yaratıyorlar. Şimdi, işletme sahibi, kişisel gereksinmeleri için artı-değerin tamamını değil, artı-değerin yalnız bir bölümünü harcıyor. Artı-değerin diğer bölümünden, üretim hacmini büyütmek için, makineler, hammaddeler satın almakta ve tamamlayıcı emek-gücünün istihdamı için yararlanılmaktadır. Bu durumda, [sayfa 103] genişletilmiş yeniden-üretim ya da bir sermaye birikimi ile karşı karşıyayız demektir.
      Artı-değerin sermayeye dönüşmesi sürecini gösteren bir örnek alalım. Bir kapitalistin 10 milyon doları olduğunu varsayalım. Bu toplamın 8 milyon doları değişmeyen sermaye, 2 milyon doları da değişen sermaye olarak yatırılsın, ve artı-değer oranı da %100'e eşit olsun. Üretim süreci sonunda da, değişmeyen sermayenin ürün değerine girdiğini varsayarak, 12 milyon dolarlık meta imal edilmiş olacaktır (8 milyon s +2 milyon d+2 milyon a).
      2 milyon dolarlık artı-değerin de, kapitalist tarafından şu şekilde yeniden bölündüğünü varsayalım: 1 milyon doları üretimi genişletmek için ve 1 milyon doları da kapitalistin kişisel tüketimi için. Artı-değerin üretimin genişlemesine ayrılan bölümü, ilkin yatırılan sermayeninkiyle aynı oranda --yani 4//1 (800.000s+200.000d)-- değişen ve değişmeyen sermaye olarak harcanmıştır.
      Öyleyse, ikinci yılda, işletmede 11 milyon dolarlık bir sermaye iş görecektir (8.800.000s+2.200.000d). Eğer artı-değer oranı %100'e eşit olursa, ikinci yılda 13.2 milyon dolar tutarında meta üretilmiş olacaktır (8.800.000s+2.200.000d +2.200.000a).
      İkinci yılda üretim hacminde bir artış ve artı-değer kitlesinde bir çoğalma oldu. Çünkü ilk yılda gerçekleştirilen artı-değerin bir bölümü sermayeye çevrilmişti. Böylece, artı-değer, sermaye birikiminin bir kaynağı olur. Sermaye haline sokulma, yani artı-değerin sermayeye aktarılması yoluyla kapitalist, sermayesini giderek artırır.
      Zenginleşme amacıyla, artı-değere sahip olma tutkusunun sonu, kapitalistin, üretim hacmini durmadan genişletmesine varır. Bundan başka rekabet, yıkım pahasına da olsa, her kapitalisti, tekniği modernleştirme, üretimi genişletmeye zorlar. Tekniğin ve üretimin ilerlemesini durdurmak, geri kalmanın belirtisidir. Oysa, geri kalanlar, rakipleri tarafından yenilgiye uğratılır.
      Ama, eğer kapitalistler üretimi sürekli olarak genişletirlerse, [sayfa 104] bu, tüketime ayrılan artı-değer payını azalttıkları anlamına mı gelir? Kapitalist sınıfın zenginliğinin artmasıyla, kendi kişisel gereksinmelerini giderdikleri artı-değer payı artar. Bunun içindir ki, günümüzde, Amerikan milyonerleri, kişisel gereksinmeleri için, gelirlerinin %25'ini harcarlar. Belli milyoner ailelerinin birçok özel otelleri ve yatları, onlarca ve hatta yüzlerce lüks otomobilleri, uçakları vardır. Şu olgu, Amerikalı milyonerlerin çılgın müsrifliklerini gösterir: her mevsimde Amerika Birleşik Devletleri'nin en zengin 60 ailesinden birinin verdiği bir ziyafet için harcanan para, 5 üyeli mütevazi bir aileyi ömrü boyunca ve hiçbir eksiği olmadan yaşatmaya yetecek miktardadır.
      Bütün bunlar, sermaye birikimiyle, kapitalist sınıfın asalaklığının ve yağmasının gittikçe ağırlaştığına tanıklık eder.
      Vülger burjuva ekonomi politiğin temsilcileri, sermaye birikimini, sözümona, toplumun huzuru kaygısıyla gereksinmelerini sınırlayan kapitalistlerin para biriktirme anlayışıyla açıklarlar.
      Böyle bir anlayışın en belirgin sözcüsü, 19'uncu yüzyılın İngiliz ekonomisti olan Senior olmuştur. "'Ben' diyordu böbürlenerek, 'sermaye sözü yerine, buna bir üretim aracı gözüyle baktığım için, perhiz sözünü koyuyorum.'"
      Bu "perhiz" (abstinence) konusu üzerinde Marx nükteli bir ifade ile, kapitalistin, buhar makinelerini, demiryollarını, otlakları, vb. kendisi yiyip tüketeceği yerde, emek araçlarını işçiye "ödünç" vererek gereksinmelerini sınırladığını yazar. Kapitalizmin savunuculuğunu yapan bu "teoriye" işaret ederken Marx alaylı bir dille, kapitalisti, üretim araçlarının mülkiyet hakkından yoksun bırakarak, onun bu "yürek sızlatan özverilerden" kurtarılmasının düpedüz bir insanlık borcu olduğunu belirtir.
      19'uncu yüzyılın sonunda, Senior'un "teorisi", İngiliz ekonomisti Marshall ile Amerikan ekonomisti Carver tarafından, biraz değiştirilmiş olarak, yeniden ortaya atıldı. Bunlar "perhiz" sözcüğünün yerine "bekleme" (attente) sözcüğünü [sayfa 105] koymakla yetinmişlerdi.
      Bütün bu "teoriler", kapitalizmi ve kapitalist sömürüyü haklı göstermeyi hedef almışlardı. Gerçekte ise, sermaye birikimi, bu birikimin oranları, kapitalistin "perhiz"ine ve burjuva ideologların bunu tanıtlamaya koyulmalarına değil, işçi sınıfının sömürülmesine bağlıdır. Örneğin, 8.000s+2.000d'ye eşit bir sermayeyi alalım. Artı-değer oranı da %100 olunca, 2.000a (a, artı-değerdir) kazanılacak. Artı-değer %200 olduğu takdirde, bu kazanç, 4.000a olacak. Buna göre, sömürü derecesi arttıkça daha fazla artı-değer, daha fazla birikimlere varır. Emek-gücünün sömürü derecesinin yükselmesi, iş-gününün uzatılması, emeğin yeğinleşmesi, ücretin emek-gücü değeri altına düşürülmesi, vb. ile elde edilir.
      Emek üretkenliğinin artırılması
, sermaye birikimini hızlandıran önemli bir etkendir. Emek üretkenliğinin artırılması, metaların fiyatını düşürür. Bu da kapitalistlere: a) emek-gücü metaının değerinin düşürülmesi, öyle ki, aynı miktarda değişen sermaye ile daha büyük canlı emek kitlesini istihdam etme, bunun için de daha çok üretmenin mümkün olması; ve buna göre, artı-değerin artırılması; b) üretimin genişletilmesine ayrılan artı-değer bölümünü azaltmadan, kişisel tüketimin çoğaltılması; c) sermayeleşen artı-değer miktarını artırmadan, daha ucuz makineler kullanarak, üretim hızının büyütülmesi olanağını verir.
      Ensonu, yatırılan sermayenin büyüklüğü, sermaye birikimini etkiler. Sermaye arttıkça, sermayenin "s" (değişmeyen sermaye) ve "d" (değişen sermaye)'ye bölünmesi oranında, değişen sermaye de artar. Bunun içindir ki, bütün koşullar eşit olsa, birikim oranı, doğrudan doğruya başlangıçta yatırılan sermayenin büyüklüğüne bağlıdır. Sermaye birikiminin oranlarını belirleyen başlıca etkenler işte bunlardır.
      Sermaye birikimi, işçi sınıfının durumunu nasıl etkiler? Bu soruyu yanıtlamak için, önce Marx'ın, sermayenin organik bileşimi konusundaki teorisini irdelemek gerekir. [sayfa 106]
     

Sermayenin Organik Bileşimi

           

Artı-değer teorisinde, Marx, sermayenin, değişmeyen ve değişen sermaye olarak bölündüğünü keşfettiği zaman, artı-değerin gerçek kaynağını da günışığına çıkarmış oluyordu. Kendi sermaye birikimi teorisine, Marx, sermayenin organik bileşimi teorisini de katmış oldu.
      Sermayenin değer bileşimi iki açıdan ele alınabilir: doğal ve maddi bileşimine göre ve değer bileşimine göre.
      Sermayenin değer bileşimi, sermayeyi değişmeyen ve değişen bölümlere ayıran ilişkiyle belirlenmiştir. Değere göre sermaye bileşimine, sermayenin değer bileşimi adı verilir.
      Doğal ve maddi biçimi ile, üretim süreci içinde görev yapan sermaye, üretim araçları ve emek-gücü olarak bölünür. Kullanılan üretim araçları kitlesi ile bu araçları işletmek için gerekli-emek miktarı arasında varolan ilişki ile belirlenen sermaye bileşimine, sermayenin teknik bileşimi adı verilir. Bu ilişki, belirli bir işletmenin donatımına bağlıdır.
      Değer bileşimi ile teknik bileşim arasında sıkı bir karşılıklı bağlılık vardır. Genel kural olarak, sermayenin teknik bileşimindeki her değişme, değer bileşiminde bir değişmeyi de birlikte getirir. Bundan dolayıdır ki, Marx, değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasındaki ilişkiye, yani değer bileşiminin, sermayenin teknik bileşimi ile belirlendiği ve onun değişikliklerini yansıttığı ölçüde değer bileşimine sermayenin organik bileşimi adını vermiştir.
      Öyleyse, sermayenin organik bileşimi s'nin [değişmeyen sermayenin) d'ye (değişen sermaye) oranıdır: örneğin, sermaye, 800s+200d ise organik bileşimi 4/1'e eşit olacaktır. Değer bileşimi ile organik bileşimi birbirine karıştırmamak gerekir. Değer bileşimi, üretim araçlarıyla emek-gücü fiyatlarının pazarda dalgalanması nedeniyle sürekli olarak değişebilir. Sermayenin organik bileşimi, ancak teknik bileşim değişmesinin etkisi altında değişir. Kapitalizmin gelişmesi ve sermaye birikiminin büyümesiyle, sermayenin organik bileşiminin ilerlemesi süreklidir. Böylelikle, ABD transformasyon [sayfa 107] sanayiinde, sermayenin organik bileşimi, 1889'da 4,5/1; 1939'da 6/1 ve 1955'te ise 8/1'di.
      Sermayenin organik bileşiminin ilerlemesi şu olguda ifadesini bulur ki, üretimin gelişmesiyle, hammadde, makine, alet, avadanlık kitlesi, üretime sokulan emek-gücü miktarına göre artar. Örneğin, başlangıçta, sermayenin organik bileşimi 1/1 idiyse, sonra bu 2/1, 3/1, 4/1, 5/1 vb. olur. Bu, tüm sermaye içinde, değişen sermaye payının 1/2'den 1/3'e; 1/4'e 1/5'e, 1/6'ya vb. düşmesi demektir. Ama emek talebi, tüm sermaye tarafından değil de, yalnız sermayenin değişen bölümü tarafından belirlenmiş olacağından, değişen sermayenin göreli düşüşü, işçilerin üretime çekilme ritminin gittikçe azalmasına ve sermayenin birikim temposunda gecikmeye varır.
      Sonuç: işçilerin giderek büyüyen bir bölümü iş alanı bulamaz. İşçi sınıfının bir bölümü ise, sermaye birikiminin gereksinmesine oranla "fazla sayıda" bulunur. Böylece bir fazla nüfus ya da nispi nüfus fazlası, işsizlik ortaya çıkar.
      Nispi nüfus fazlalığının sürekli varlığında, Marx tarafından bulunan kapitalist nüfus yasası kendini gösterir. Bu yasaya göre, artı-değer, ne kadar artar ve sermaye birikimi ne kadar yoğunlaşırsa, sermayenin organik bileşimi de o oranda yüksek olur. Sermaye birikimi arttıkça, onun organik bileşimi yükselir ve üretim sürecine katılan emek-gücü daha az olur.
     

Yedek Sanayi Ordusu ve Bu Ordunun Şekilleri

     

      İşçilerin üretim sürecinden elenmesi, kapitalist ülkelerde bir işsizler ordusunun oluşumuna varır.
      Kapitalist düzende, yedek bir sanayi ordusunun oluşumunun başlıca nedeni, sermayenin organik bileşimindeki yükselmedir. Ama işsizliği kabartan başka etkenler de vardır. Bu etkenler arasında: a) (iş) gününün uzatılması ve emeğin yeğinleştirilmesi. İşsizler ordusunun varlığından yararlanan kapitalistler, iki, üç vb. kişinin işini bir kişiye [sayfa 108] yaptırırlar. Bu durum yedek sanayi ordusunun artırılmasına yardım eder; b) kadınların ue çocukların çalıştırılmasının yaygınlaşması. Tekniğin kullanılması ve çalışma işlemlerinin basitleştirilmesi çalışma ücreti daha düşük olan kadın ve çocukları üretime çekme, yetişkin işçilere yol verme koşullarını hazırlar; c) küçük üreticilerin yıkımı. Sermaye birikimi arttıkça, küçük üreticilerin --köylülerin ve zanaatçıların-- yıkımı artar, ve bunlar da işsizler ordusunu büyütür.
      Yedek sanayi ordusu, işçilere, sistemli bir şekilde kompresör silindiri gibi baskı yapabilmesi bakımından kapitalizm için gereklidir; kovma tehdidi altında, kapitaliste, işçi ücretlerini düşürme, emeği yeğinleştirme, yani işçi sınıfının sömürülmesini pekiştirme olanağı verir. İşsizliği, belirli sınırlar içersinde kapitalistlerin desteklemekte gösterdikleri ilginin nedeni, tamamen buradan gelir.
      Kapitalist ülkelerde nispi nüfus fazlalığı ya da işsizlik, çeşitli kılıklara girer. Bunların başlıca üç şekli vardır: oynak (dalgalanan) işsizlik, gizli işsizlik ve atıl işsizlik. Bunların herbirini ayrı ayrı inceleyelim.
      Nispi nüfus fazlalığının oynak şeklinde, işçi yığını üretime çekilir, ya da elenir; öyle ki, tümü içinden, bir kesimi daima işsiz kalır. Üretimin genişletilmesi ve yeni işletmelerin açılması nedeniyle işçiler üretime çekilir. Üretimin azalması, yeni makinelerin kullanılması, işletmelerin kapanması vb. dolayısıyla da işçiler elenerek işten çıkarılır. İşsizliğin bu şekli, kentlerde ve sanayi merkezlerinde daha geniş olarak yayılmıştır.
      Nüfus fazlasının gizli şekli ya da tarımsal nüfus fazlası, daima fazla emek-gücü şeklinde tarımda bulunur. Bunun nedeni şudur ki, toprak parçacıklarından başka bir şeye sahip olmayan küçük köylülük karnını doyuramaz. Karşısına çıkan ilk alıcıya emek-gücünü satmaya hazırdır.
      Aynı zamanda, köylülükte, zengin ve yoksul bölünmesi şeklinde bir farklılaşma olur. Kırsal burjuvazi için ücretle çalışan, sayıca kabarık bir tarım proletaryası oluşur. Ama [sayfa 109] toprağı tekeline alan kapitalist işletmeler, giderek makine kullanmaya başlarlar. Tarımsal emek-gücü talebi, mutlak olarak azalır. Tarım işçileri, açlıktan ölmemek için kentlere, işçi sitelerine gelirler ve orada işsizler ordusu kabardıkça kabarır.
      Nispi nüfus fazlalığının atıl şekli, sürekli işçi olmayan işçi yığını içinde yerleşmiştir (ev işi, günlük iş vb.). İşçilerin yaşam düzeyleri, işçi sınıfının ortalama yaşam düzeyinden hissedilir derecede düşüktür.
      Bu başlıca şekiller dışında, nispi nüfus fazlalığının düşük bir kategorisi daha vardır. Bunlar, serseriler, dilenciler, katiller, hırsızlar, ve benzerleridir.
      Kapitalizm geliştikçe, nispi nüfus fazlalığı da artar. İşsizlik; kapitalist rejimde kaçınılmaz bir olgudur. Bu nedenle, işsizliğin varlığını ve oluş nedenlerini açıklama görevi de burjuva ekonomistlerine düşer.
     

Malthus'un İnsandan-Kaçma (Misantropie) "Teori"si

     

      Buıjuva ekonomistlerinin çoğu, işsizliği ve sefaleti, doğanın ölümsüz yasalarıyla açıklamaya yeltenirler. Bu ekonomistler arasında, İngiliz papazı Malthus, 1798'de, en gerici teorilerden birisini önermiştir.
      Malthus tarafından formüle bağlanan bu tez, şunu iddia eder: insan toplumunun başlangıcından bu yana, nüfus, geometrik bir ilerlemeye (1, 2, 4, 8, vb.) göre, ve geçim araçları ise doğal zenginliklerin sınırlı olması sonucu, aritmetik bir ilerlemeye (1, 2, 3, 4, vb.) göre artar. Malthus'a göre, kalabalık halk yığınları, bu dünyaya "çok fazla" gelmektedir: bunlar ne iş bulabilirler, ne de yiyecek. Malthus bu sonucu, yanlış istatistik hesapları üzerine kurmuştur.
      Malthus'un bu "teori"sini, bütün saçmalığına karşın burjuvazi, büyük bir sevinç ve esrime içinde kabul etti. Çünkü bu teori, kapitalizmin bütün kötülüklerini haklı göstermeye elverişliydi. İşsizlik, işçi sınıfının sayısının mutlak olarak aşırı hızla çoğalmasına yoruluyordu. Sefalet, doyurulacak [sayfa 110] boğazın fazlalığı ve geçim araçlarının kıtlığı ile açıklanıyordu. Malthus'a göre, proletarya, işsizlikten de, sefalet ve açlıktan da kurtulabilirdi. Ama bu, kapitalist düzenin değiştirilmesiyle değil, evlenmekten kaçınmak ve doğumu yapay yollarla önlemekle olabilirdi. Bundan başka, Malthus, savaş, salgın hastalık vb. gibi afetleri, insanlık için bir iyilik olarak kabul ediyordu. Çünkü, diyordu, bu afetler, "fazla" nüfusu yokedip geçim araçları miktarına uygun hale indirir.
      Bütün ilericiler, Malthus "öğretisine" karşı savaşıma giriştiler. Ürkürük (misanthrope) maltusçuluğa karşı kuvvetle savaşanlar arasında Çernişevski, Pissarev gibi Rus devrimci-demokratlarını belirtmek gerekir.
      Malthus'un uydurmaları, Marx tarafından sermaye birikimi teorisinde iyiden iyiye açığa çıkarılmıştır. Bununla birlikte, maltusçuluk, kapitalist dünyada, öncelikle Birleşik Amerika'da bugüne kadar fazlasıyla tutuldu. Amerika'da, bu amaçla, Kurtuluş Yolu adıyla bir kitap yayınlandı. Burada, yazar Vogt, dünyada yalnızca 500 ila 900 milyon insanın yaşayabileceğini ileri sürüyor ve bütün "fazla insanların" yokedilmesini öneriyordu. Cook'un kitabı olan İnsanın Dölverimi Bugünün Bir İkilemidir ise, nüfus artışının insanın varlığı için tehlikeli olduğunu ileri sürer.
      Kapitalist rejimde, işsizliğin, sefalet ve açlığın gerçek nedeni, marksizm-leninizmin kurucuları tarafından bilimsel olarak tanıtlanmıştır. Emekçi yığınların işsizlik, açlık ve sefaletini doğuran, sermaye biriktirme tutkusuyla, kapitalist üretim biçimidir. Bu kötülüklerden kurtulmak için, kapitalizmin devrim yolu ile kaldırılması gerekir. Sosyalist ülkelerin evrimi buna tanıklık etmektedir.
     

Nikitin: Ekonomi Politik KAPİTALİST BİRİKİMİN GENEL YASASI