KÜTÜPHANE

SEKİZİNCİ BÖLÜM
TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
KAPİTALİZMİN GENEL BUNALIMI

2- DÜNYA KAPİTALİZMİNİN GENEL BUNALIMI

Kapitalizmin Genel Bunalımının Niteliği ve Aşamaları

     

      "Esas içeriği">

KÜTÜPHANE

SEKİZİNCİ BÖLÜM
TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
KAPİTALİZMİN GENEL BUNALIMI

2- DÜNYA KAPİTALİZMİNİN GENEL BUNALIMI

Kapitalizmin Genel Bunalımının Niteliği ve Aşamaları

     

      "Esas içeriği, kapitalizmden, Büyük Ekim Sosyalist Devrimiyle başlayan sosyalizme geçiş olan çağımız, iki sistem arasındaki karşıtlıkların savaşımının, sosyalist devrimlerin ve ulusal kurtuluş devrimlerinin, emperyalizmin çöküşünün, sömürge sisteminin tasfiyesinin çağı, yeni halkların [sayfa 204] sosyalizm yoluna girdiği çağ, sosyalizmin ve komünizmin dünya çapındaki zaferi çağıdır." (Textes-Programmes de la lutte pour la paix, la démocnatie et le socialisme, Editions en langues étrangères, Moscou, s. 41.)
      1960 Kasımında Moskova'da yapılan işçi ve komünist partileri temsilcileri konferansı bildirisinde formüle edilen bu tez, kapitalizmin genel bunalımının özünü ifade eder.
      Rusya'da 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada biricik sistem olmaktan çıkan kapitalizmin genel bunalımının başlangıcı oldu. Dünyanın altıda-birinde, üretim araçlarının özel mülkiyetine değil, sosyalist toplumsal mülkiyete dayanan bir devlet oldu. Rusya'da proleter devrimin zaferi, kapitalizmin sonu ve sosyalizmin zaferi döneminin başlaması demektir. Lenin'in, Birinci Dünya Savaşı sırasında geliştirdiği, emperyalist çağda, sosyalizmin ayrı ayrı ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşmayacağı, ama ülkelerin, devrimci yolla dünya kapitalist sisteminden uzun bir dönem boyunca gittikçe kopacağı yolundaki teori tam olarak doğrulanmıştır.
      Bundan önceki bölümde, ekonomik bunalımlardan sözetmiştik. Kapitalizmde, ekonomik bunalım, aşırı meta üretiminden doğan bunalımdır. O, toplumun politik yaşamında kuşkusuz belirli bir etki yürütmekle birlikte, yalnızca ekonomik alanda gelişir. Kapitalizmin genel bunalımı, kapitalist ülkeler yaşamının her alanını, ekonomik alanı olduğu kadar, politik alanı da etkiler; kendi bütünü içinde, kapitalist dünya sisteminden gelen bir bunalımdır; bu, cançekişen kapitalizmle yükselen sosyalizm arasındaki savaşımla nitelenen, tüm kapitalist dünya sisteminin bir bunalımıdır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş, kapitalizmin genel bunalımının asıl içeriğidir.
      Kapitalizmin genel bunalımı, üçüncü aşamaya girmiştir. Birinci aşama, Birinci Dünya Savaşı sırasında başladı ve özellikle Ekim Devriminden sonra gelişti. İkinci aşama; İkinci Dünya Savaşı ve bazı Avrupa ve Asya ülkelerindeki sosyalist devrimler sırasında ortaya çıkmıştır. 50'li yılların ikinci [sayfa 205] yarısında, dünya kapitalizmi, kapitalizmin genel bunalımının yeni, üçüncü aşamasına girdi. Bu yeni evrenin özelliği, bir dünya savaşının sonucunda ortaya çıkmaması, iki sistem arasındaki rekabet ve savaşım koşulları içinde, sosyalizmin lehine değişmiş olan güçler oranının ortaya çıkmış olmasındadır.
      Kapitalizmin genel bunalımının temel özellikleri şunlardır: gittikçe artan sayıda ülkenin kapitalizmden kopması; sosyalizmle ekonomik rekabette emperyalizmin konumlarının zayıflaması; emperyalizmin sömürge sistemindeki bunalım ve dağılma; tekelci devlet kapitalizminin ve militarizmin gelişmesi nedeniyle emperyalist sistemdeki çelişkilerin keskinleşmesi; iç istikrarsızlık ve üretici güçlerden tam yararlanma olanağının giderek azalması sonucu kapitalist ekonomideki çürüme (üretimi artırma ritimlerindeki yavaşlama, devresel bunalımlar, sürekli düşük üretim, süreğen (chronique) işsizlik; emek ve sermaye arasındaki savaşımın keskinleşmesi; kapitalist dünya ekonomisindeki çelişkilerin birdenbire yeğinleşmesi; bütün alanlarda politik gericiliğin görülmedik şekilde yeğinleşmesi; bazı ülkelerde burjuva özgürlüklerin terkedilmesi ve faşist rejimlerin kurulması; burjuvazinin derin politik ve ideolojik bunalımı.
      Kapitalizmin genel bunalımı döneminde bu özelliklerin nasıl ortaya çıktığını görelim.
     

Dünyanın İki Sisteme Bölünmesi

     

      1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, dünyanın yeniden paylaşılması uğruna savaşımda, emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesinden doğmuştu. Savaş, emperyalizmi zayıflatmış ve onun cephesini yarmak için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu yarma, dünya emperyalist zincirinin en zayıf halkası, bütün emperyalist çelişkilerin düğüm noktası olan Rusya'da oldu. Rusya'da proletarya devriminden sonradır ki, dünya, kapitalist ve sosyalist sistem olarak ikiye ayrıldı. [sayfa 206]
      Sosyalist ekonomi sistemi, kısa sürede, kapitalizme olan büyük üstünlüklerini ortaya koydu. Sanayi üretim hacmi bakımından, Sovyet Rusya, 1937'de, Avrupa'da birinci ve dünyada da ikinci yeri tutmuştu.
      İkinci Dünya Savaşı, uluslararası gerici güçlerin kışkırtmasıyla, faşist devletler tarafından patlatıldı: Hitler Almanyası, Japonya ve İtalya. Savaş, faşist saldırganların toptan bozgunu ile sonuçlandı. Ve bu bozgunda kesin rolü Sovyetler Birliği oynadı. Bu durum, bütün dünyada devrimci hareketi ve ulusal kurtuluş hareketini, benzeri görülmedik bir atılıma ulaştırdı. Kapitalist sistemden ayrılan ve bugün bir milyardan fazla insanı, yani dünya nüfusunun üçte-birini içeren Avrupa ve Asya ülkeleri, kapitalist boyunduruktan kurtuldular ve sosyalizmi başarıyla koruyorlar. Bu durum, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki güçler oranının, sosyalizm lehine, kapitalizm aleyhine daha da değişmesiyle sonuçlandı.
      Böylece, İkinci Dünya Savaşının sonunda, kapitalizmin genel bunalımı daha da derinleşmiştir. Bunalımın ikinci aşaması başlıyordu. Bu, sosyalizmin, bir ülkenin sınırlarını aşması ve bir dünya sistemi haline gelmesinde ifadesini bulur. Sosyalist dünya sistemini oluşturan ülkeler, bugün dünyanın dörtte-birinden fazla bir alanı kaplamaktadır.
      Kısa bir sürede, sosyalist dünya sistemi, kapitalizme olan üstünlüğünü göstermiştir. Sosyalist ülkelerin ekonomisi, kapitalist ülkeler ekonomisinden çok daha hızlı tempolarla gelişiyor. Bundan dolayı da 1962'de, sosyalist ülkelerde sınai üretim hacmi, 1937 yılına oranla 7 kat fazla bir artış sağlarken, kapitalist ülkelerin üretimindeki artış 2,5 kat olmuştur.
      Burada, kapitalizmin genel bunalımının üçüncü aşaması başlıyordu. Bu aşamanın başlıca ayırdedici özelliği, sosyalist dünya sisteminin, insan toplumunun gelişmesinde, kesin bir etken haline gelmesidir. Bunun sonucudur ki, kapitalizmin genel bunalımının yeni aşaması, en başta sosyalizmin konumlarının durmadan güçlendiği, emperyalizminkilerin ise gittikçe zayıfladığı iki dünya sisteminin rekabetiyle ayırdedilir. [sayfa 207]
     

Bunalım ve Emperyalizmin Sömürge Sisteminde Dağılma

     

      Rusya'daki Büyük Sosyalist Ekim Devriminin etkisiyle sömürge halklarının ulusal kurtuluşları uğruna yürüttükleri savaşım, geniş ölçüde şiddetlenmiş, emperyalizmin sömürge sistemindeki bunalım ortaya çıkmıştır. Bu bunalım, emperyalist devletler ile bağımlı ve sömürge ülkeler arasındaki çelişkilerin adamakıllı keskinleşmesiyle açıklanır. Ulusal kurtuluş savaşımının gelişmesiyle, sömürge ve bağımlı ülkeler, emperyalist boyunduruğu silkip atarlar. Ulusal kurtuluş kuvvetleri doğup gelişmeye başlıyor. Modern toplumun en devrimci sınıfı olan proletarya, sayı bakımından da gittikçe artıyor. Proletarya, sömürgeler nüfusunun başlıca kitlesini oluşturan köylülüğü de emperyalizme karşı savaşıma sürüklüyor. Çıkarları, yabancı tekellerin egemenliğiyle çatışan bir ulusal burjuvazinin de büyüdüğü görülmektedir. Birinci Dünya Savaşında, emperyalist ülkeler, metropoller, savaş siparişleriyle uğraşmaları nedeniyle, sömürgelerinde hiçbir sanayi ürünü elde edemiyorlardı. Bu olay, sömürgeleri, kendilerine özgü sanayi, özellikle tekstil sanayilerini hızlandırmak zorunda bırakmıştır. Mevcut sanayiler büyütülmüş, yeni fabrikalar ve işletmeler kurulmuştur. Sömürgelerde ekonomik gelişme dolayısıyla ve Büyük Ekim Devriminin etkisiyle, ulusal kurtuluş hareketi, Birinci Dünya Savaşından önce bilinmeyen şekil ve oranlara büründü. Bu hareketi niteleyen Lenin, şöyle yazıyordu: "... açıktır ki, bu birinci emperyalist savaş yüzünden, Doğu, kesin olarak bir devrim hareketine girmiş ve kesin olarak dünya devrimci hareketinin kasırgasına sürüklenmiştir." (V. Lenin, Œuvres, Paris-Moscou, c. 33, s. 514.)
      Birinci Dünya Savaşından sonra, dünyada hemen hemen hiçbir sömürge ya da bağımlı ülke yoktu ki, emperyalizme karşı azçok başkaldırmamış olsun. Ulusal kurtuluş hareketi, özellikle Çin'de büyük bir yaygınlık kazandı. 1924'te, halkın anti-emperyalist ve anti-feodal devrimi orada başladı ve ardışık devrimci savaşlar şeklinde devam etti. Bu devrim, Çin [sayfa 208] Komünist Partisinin önderliğinde, halk kurtuluş ordusunu yarattı ve ülkenin bazı bölgelerinde sovyetler iktidarı kuruldu. Hindistan'da, Endonezya'da ve diğer ülkelerde de güçlü ulusal kurtuluş hareketleri başladı. Emperyalizme-karşı baskı altındaki halkların ulusal kurtuluş hareketlerinin yönetici gücü, köylü yığınlarını, burjuvazinin demokratik unsurlarını, vb. kendi çevresinde toplayan işçi sınıfıdır.
      İkinci Dünya Savaşından sonra, birçok sömürge ve bağımlı ülke halkları, sömürge rejiminden kendilerini kurtararak, bağımsız gelişme yoluna girdi, artık emperyalizmin sömürge sisteminin parçalanması başlamıştı. Çin, Kore, Vietnam halklarının kahramanca savaşımı, yabancı emperyalistlerin ve sömürücü sınıfların egemenliğinin tasfiyesi ve halk demokrasilerinin kuruluşu ile sonuçlandı: Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam Demokratik Halk Cumhuriyeti.
      1947'de, ulusal kurtuluş hareketinin etkisiyle, İngiliz emperyalizmi, Hindistan'ın politik bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Hindistan'a koşut olarak, Endonezya, Birmanya, Seylan vb. de bağımsız gelişme yoluna girdiler. Birçok Doğu Arap ve Afrika ülkesi de savaştan sonra, ulusal bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci Dünya Savaşından bu yana, 1.500 milyondan fazla insan, sömürge ve yarı-sömürge boyunduruğunu silkip attı. 1964'te sömürgeler, dünya nüfusunun %1,3'ü olarak hesaplanıyordu. 1919'da bu oran %69,2 idi. Bu durum, utanç verici sömürge sisteminin çöküşünü kanıtlar.
      Sömürge boyunduruğundan kurtulan ülkeler, kapitalist ya da kapitalist olmayan gelişme yollarından hangisini izleyecek? Halkların en önemli sorunlarından biri budur.
      Kapitalizm, bu halklara ne verebilir?
      Kapitalizm, halk için ıstırap yoludu
r. Bu yol, ekonomide hızlı bir ilerleme sağlamaz, sefaleti ortadan kaldırmaz. Kapitalist anlamda kırın gelişmesi, köylülüğü daha da yoksullaştırıp yıkıma sürükleyecektir. İşçinin yazgısı, ya kapitalistleri zenginleştirme uğruna ağır koşullarda çalışmak, ya da işsiz [sayfa 209] ordusunun toplamını kabartmak olacak. Küçük-burjuvazi, büyük sermayeye karşı rekabet içindeki savaşımda ezilecek. Kültür ve eğitim kitlelere erişemeyecek. Aydın, yeteneğini satmak zorunda kalacak.
      Sosyalizm, bu halklara ne verebilir?
      Sosyalizm; halkları özgürlüğe ve mutluluğa götüren yoldur
. Hızlı bir ekonomik ve kültürel atılım sağlar. Bir kuşak süresince, geri bir ülkeyi, sanayi ülkesine dönüştürür. İnsanın insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırılması, toplumsal eşitsizliğe son verir. İşsizlik, tamamıyla kaybolur. Sosyalizm, köylülere, işletmeleri için toprak sağlar, işletmelerini geliştirmekte onlara yardım eder, onları kendi isteklerine göre kooperatiflerde birleştirir, emirlerine en modern tarım aletlerini ve öncü tarım bilimini verir. Sosyalizm, işçi sınıfına ve tüm emekçilere yüksek bir maddi ve kültürel düzey sağlar.
      Halklar, izleyecekleri yolu, kendileri seçmelidir. Bugünkü dünya arenasındaki güçler oranı ve sosyalist sistemin güçlü desteğinden gerçek yararlanma olanağı karşısında eski sömürge halkları, sorunlarını kendi çıkarlarına çözebilirler. Seçme ve tercihleri; sınıflar arasındaki güçler oranına bağlıdır. Kapitalist olmayan gelişme yolu, işçi sınıfı savaşımının, halk yığınlarının genel demokratik hareketinin sonucudur ve ulus çoğunluğunun çıkarlarına uygun düşer.
      Sömürgecilik, ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketleri sonucunda yıkıldıysa da henüz tam olarak yokolmuş değildir.
      Günümüzde, sömürgeciler, yalnız açık silahlı savaşımla değil, bağımsızlıklarına kavuşmuş olan ülkelerde, bu ülkeleri ekonomik ve politik bağımlılık altında tutabilmek için gizli sızma yollarına da başvuruyorlar.
      Bugün sömürgeciliğin başlıca kalesi ABD'dir. Başta bu devlet olmak üzere, emperyalistler; eski sömürge halklarını sömürmeye devam edebilmek için umutsuz bir çaba harcıyorlar. Bunun için de, yeni yeni yöntemler ve yeni yeni şekiller kullanıyorlar. Tekeller, Latin Amerika, Asya ve Afrika [sayfa 210] ülkelerinde ekonomik ve politik kilit noktalarını ellerinde tutmaya uğraşıyorlar. Onlar için sözkonusu olan; özgür ülkeler ekonomisinde eski konumlarını sürdürmek ve ekonomik "yardım" bahanesiyle bu ülkeleri askeri bloklara sürüklemek, oralarda askeri diktatörlükler kurmak, bu ülkelerin toprakları üzerinde askeri üsler tesis etmektir.
      Sömürge sisteminin parçalanması, kapitalist ülkelerin ekonomik ve politik güçlüklerini kaçınılmaz olarak artırır ve emperyalizmin temellerini sarsar.
      Sömürgeciliğin topyekün iflası kaçınılmazdır. Ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisiyle, sömürge köleciliği sisteminin yıkılması, tarihsel sonucu bakımından, dünya sosyalist sisteminin oluşmasından sonra ikinci yeri alır.
     

Pazarlar Sorununun Vahimleşmesi
Süreğen İşsizlik ve Düşük Üretim Kapasitesi

     

      Kapitalizmin genel bunalımının belirleyici çizgilerinden biri, pazarlar ve sermaye yatırım alanı sorununun ağırlaşmasıdır. Pazarlar sorununun bu ağırlaşması, her şeyden önce, üretimin gelişmesiyle metaları satma olanakları arasında giderek artan dengesizlikten ileri gelir. Rusya gibi bir ülkenin, kapitalist genel bunalımının ilk aşamasında kapitalist sistemden kopması, pazarlar ve sermaye yatırım alanları için kapitalistler arasında yürütülen savaşımı yeğinleştirmişti. Kapitalizmin genel bunalımının ikinci aşamasında sosyalist dünya sisteminin şekillenmesiyle, kapitalizm, geniş pazarlar ve sermaye yatırım alanlarını kaybetti.
      Sosyalist dünya ekonomi sisteminin oluşumu, sosyalist dünya pazarının yaratılmasına vardı. Şimdi, dünya arenasında birbirine karşıt iki pazar ortaya çıkmıştır: sosyalist ülkeler pazarı ve kapitalist ülkeler pazarı.
      Bir yandan kapitalist sömürü alanının daralması ve emperyalist sömürge sisteminin dağılması, bir yandan da emekçi yığınların durumunun kötüleşmesi ve ekonominin askerileştirilmesi, kapitalist dünya pazarının çelişkilerini, [sayfa 211] bugün özellikle keskinleştirmiştir.
      Azgelişmiş ülkelerdeki gelişen kapitalizmin rekabeti, pazarlar için savaşımın artmasının bir başka nedenidir. Bu ülkeler, gelişmiş sanayi ülkeleriyle gittikçe daha çok rekabet etmeye başladılar. Bu rekabet, özellikle hafif sanayi maddeleri alanındadır.
      Pazarlar ve sermaye yatırım alanı için sürdürülen savaşım, giderek, kapitalist tekel gruplarıyla emperyalist devletler arasında çatışmalara neden olur.
      Pazarlar ve sermaye yatırım alanı sorununun ağırlaşması ile, sanayi işletmelerinin süreğen düşük-kapasite ile çalışmaları ve salgın işsizlik birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
      Kapitalizmin gelişmesinin tekel-öncesi döneminde, kitlesel düşük-kapasite, ancak ekonomik bunalımlar döneminde, vardı. Bugün, emperyalizmin genel bunalımı döneminde, düşük-kapasite, sürekli bir olgu haline geldi, yani süreğen bir nitelik aldı. Böylece, 1925-1929 atılım döneminde, ABD'de transformasyon sanayii potansiyelinin yalnızca %80'i, 1930-1934'te %60'ı, 1964'te Amerikan çelik potansiyelinin yalnızca %80'i kullanılıyordu.
      Sanayi işletmelerinin bu süreğen düşük-kapasitede kalması kapitalizmin genel bunalımı döneminde işsizliğin farklı bir niteliğine tekabül eder; bundan önceki yıllarda işsizler ordusu ne kadar artarsa artsın, işsizlik bunalımın toparlanma ve atılım döneminde yeniden eritilebiliyordu. Kapitalizmin genel bunalımı döneminde ise, işsizler ordusu sürekli ve yığınsal hale gelir. Resmi istatistiklere göre, işsizlerin toplam faal nüfusa oranı 1963'te: Kanada'da %5,5; Danimarka'da %4,3; İngiltere'de %2,6; Amerika'da %5,7'dir.
      Birçok ülkede kitle halinde işsizlik, ulusal bir felakettir. Resmi istatistiklere göre, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa, Japonya ve Avustralya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde mevcut 85 milyon sanayi işçisinin, 8-10 milyonu, tam işsizdir. Ortalama, her dokuz işçiden birinin işsiz olduğu anlaşılıyor. Azgelişmiş ülkelerde, emperyalizm, miras olarak, diğer sorunlar yanında, işsizlik sorununu da bırakmıştır. [sayfa 212]
     

Kapitalist Çevrimde (Cycle) Değişme

     

      Çevrimin (cycle), bir ekonomik bunalımın başlangıç dönemi ile bunu izleyen ekonomik bunalımın başlangıç dönemi arasındaki süre olduğunu anımsayalım. Çevrim, dört evreyi içerir: bunalım, çöküntü, toparlanma ve atılım.
      Kapitalizmin genel bunalımı, kapitalist çevrimde değişmeleri de birlikte getirir: çevrim süresi kısalır. Bu da bunalımları sıklaştırır. Örneğin, Birinci Dünya Savaşından önce, ekonomik bunalımlar, her 8-12 yılda bir meydana gelirdi. İki Dünya Savaşı arasında, 1919 ile 1938 yılları arasında, üç ekonomik bunalım yani 6-7 yılda bir bunalım oldu. Aynı zamanda bunalım ve çöküntünün evreleri daha uzundu, gönenç evresi daha kısaydı. Eskiden bunalımlar, 1,5-2 yıl sürerdi, 1929-1933 bunalımı dört yıldan fazla sürdü. Ensonu, kapitalizmin genel bunalımı döneminde ise ekonomik bunalımlar gittikçe sıklaşmıştır.
      Örnek olarak, kapitalist dünya sanayi üretiminin hemen hemen yarısını elinde tutan bir ülke olan ABD'yi alalım. İkinci Dünya Savaşından sonra, 1948'den itibaren ABD, öylesine bir ekonomik bunalımla karşı karşıya kaldı ki, bu ekonomik bunalımın yaraları, 1949 yılı boyunca ciddiyetini korumuştur. 1953 yılının ikinci yarısında yeni bir ekonomik bunalım başladı. Bu, sanayi üretim hacminin gerilemesine, siparişlerin azalmasına, işsizliğin yaygınlaşmasına, stokların kabarmasına neden oldu. 1954'te bunalım devam ediyordu. 1957 ortalarında, ABD'de fazla üretim nedeniyle yeni bir bunalım patlak verdi. Bu da 1958'e kadar yoğunlaşarak sürdü. İlk yarısında, 1957'ye oranla, dökme demir üretimi %38,3'e; çelik üretimi %36,5'e; turizm otomobilleri üretimi %33,6'ya düşmüştü. Amerika Birleşik Devletleri'ni kasıp kavuran ekonomik bunalım, diğer kapitalist ülkelere de yayıldı.
      1957-1958 bunalımı, Amerikan sanayisinde uzun bir atılım dönemine fırsat vermedi. İki yıl ancak geçmişti ki, ABD; 1960'ta yeni bir bunalıma sürüklendi. Bu ekonomik bunalım [sayfa 213] da 1961'e kadar sürdü.
      Böylece, ABD ekonomisi, savaş sonrasında, daha şimdiden dört ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. Alışılagelen çevrim evrelerinin sırasının, eskisi gibi olmadığını ve bazı evrelerin yokolduğunu belirtelim. Örneğin, bunalımdan toparlanmaya geçiş durumu, sık sık çöküntü evresine uğramadan ortaya çıkar ve toparlanmanın sonu, çok kez atılım evresine değil, yeni bir bunalıma varır. Birçok durumda bunalıma geçiş birdenbire değil, uzun bir durgunluk döneminden sonra olur. Bunalım, geçmiştekinden daha yavaş gelişmektedir. Borsacıların ve bankacıların iflasları eskiden olduğu kadar, açık-seçik bir biçimde belirgin değildir. Savaş sonrasındaki bunalım süresi, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki kadar uzun değildir.
      Savaş-sonrası dönemde, kapitalist çevrimdeki bütün bu değişiklikleri nasıl açıklamalı? Bu, en başta, kapitalist sistemin, bütün ülkelerde, bazı sektörlere yayılan süreğen bir durgunluk ve gerileme dönemine girmiş olması ve zaten gelişmenin genel tempolarının yavaşlaması olgusuyla açıklanmalıdır.
      Savaştan sonraki dönemde, kapitalist çevrimi değiştiren başka etkenler de vardır.
      1- Ekonominin askerileştirilmesi. Bunun kapitalist çevrimin oluşumu üzerinde çifte ve çelişik etkisi vardır. Bir yandan askeri malzeme üretimine bağlı sanayi dallarını zaman zaman atılım durumuna iter, bir yandan da kapitalist yeniden-üretimin çelişkilerini şiddetlendirerek daha da derin bir bunalımın koşullarını yaratır.
      2- Tekelci devlet kapitalizmi, kapitalist çevrimin evrimi üzerinde belli bir ölçüde etki yapar. Bu, tekellerin çıkarına çalışan devletin ekonomik ilişkilere katılması (sanayi ve tarım ürünleri satın almak, devlet hazinesinden yardım ve kredilerle tekelleri desteklemek vb.) demektir, ki bu da üretimde belli bir büyüme ve sabit sermayenin yenilenmesine neden olur. Tekelci burjuvazi ekonomik bunalımların yıkıcı sonuçlarını hafifletmeye çalışmak için güdümlü ekonomi [sayfa 214] sistemine başvurur. Kapitalist çevrime müdahale etmesine karşın, tekelci devlet kapitalizmi, fazla üretimden doğan ekonomik bunalımları ortadan kaldıramaz.
      3- Bilimsel ue teknik ilerleme de kapitalist çevrimin oluşumunu etkiler. Bu da sabit sermayenin içten yıpranmasının hızla ortaya çıkması demektir. Bu nedenle, bunalım zamanında sermaye yatırımları her ne kadar azaltılabilirse de gene de nispeten yüksek düzeyde tutulmasına çalışılır ki, bu da geçmişe bakarak çevrimin seyrinde, az da olsa, farklı çelişkilerin çıkmasına neden olur.
      4- Kapitalist ülkelerde sınıf savaşımının çevrim üzerindeki etkisi önemli şekilde artmıştır. Sınıf savaşımında, işçilerin başarıları arttıkça, burjuvazinin işçilere tanımak zorunda kaldığı ekonomik ödünler de o oranda artar. Bu durum, iç pazarın genişlemesine yaradığı gibi, bir dereceye kadar da, fazla üretimden doğan bunalımın ağırlaşmasına engel olur.
      5- Sömürge sisteminin parçalanması da kapitalist çevrimi etkiler. Bu durum, politik bağımsızlığını elde eden ülkelerin, ekonomik bağımsızlıkları uğruna savaşım vermeleriyle açıklanır. Oysa, ekonomik bağımsızlık, sanayileşmeden geçer. Bugün azgelişmiş ülkeler, kapitalist ülkeler tarafından, özellikle de Batı Avrupa ülkeleri tarafından ihraç edilen donatım malzemelerinin hemen hemen yarısını emiyor. Bu, Batı Avrupa ülkelerinde makine imali sanayiinde üretimin artmasına neden olmuştur ve böylece, savaş-sonrasında kapitalist çevrimin değişmesinde etkili olmuştur.
      Bugün için kapitalist çevrimde etki yapan etkenlerin bazıları bunlardır. Bu yüzden kapitalist ülkeler ekonomisi, savaş-sonrası dönemde daha sık bunalımlarla karşılaştı, ama bu bunalımlar 1929-1933 bunalımı kadar derin olmadı.
      Süreğen düşük üretim, sürekli yığınsal işsizlik, gittikçe sıklaşan ekonomik bunalımlar, günümüz kapitalizminin kendi derinliklerinde gelişen büyük üretici güçlerden yararlanacak durumda olmadığının kanıtlarıdır. Kapitalizm insanlığın ilerlemesinde büyük bir engel haline gelmiştir. [sayfa 215]
      Kapitalizm, ekonomik ve politik çelişkilerini, silahlanma yarışı ve ekonominin askerileştirilmesiyle çözmeye çalışıyor.
     

Ekonominin Askerileştirilmesi ve
Emekçilerin Durumunda Kötüleşme

     

      Ekonominin askerileştirilmesi, sanayinin önemli bir kesiminin savaş ve savaş malzemesi üretimine dönüştürülmesi demektir. Geniş ölçüde maddi değerler, stratejik malzeme stoğu şeklinde atıl duruma sokulmaktadır. İkinci Dünya Savaşından önce, Amerika Birleşik Devletleri'nde, doğrudan doğruya savaş için ayrılan para, bütçe giderlerinin %14'ünü oluştururken, 1953'ten bugüne kadar federal bütçenin üçte-ikisine ulaşmıştır. Büyük Britanya'da ve Fransa'da, askeri giderler, savaş sonrasında tüm bütçenin üçte-birini eritmiştir.
      Ekonominin askerileştirilmesi, silahlanma yarışı, savaş tehlikesi yaratıyor. Bunun içindir ki, Sovyetler Birliği, barış-sever bütün insanlık, genel ve tam silahsızlanma uğruna sonuna kadar savaşım vermektedir. Emperyalist devletler, genel ve tam bir silahsızlanmayı istemiyorlar. Neden? Çünkü, silahlanma yarışı, tekellerin kârlarını geniş ölçüde kabartıyor. Amerikan tekellerinin 1938'de, 3,3 milyar olan kazançlarının 1962'de 51 milyarı aşması, yani 15 kattan fazla bir artış, işte böyle olmuştur.
      Bundan başka, kapitalizmin ideologları, ulusal ekonominin askerileştirilmesinin ve silahlanma yarışının, kapitalist ekonomiyi ekonomik bunalımlardan ve işsizlikten korumasını desteklemektedirler. Gerçekte ise, üretim olanaklarıyla nüfusun düşük alımgücü arasındaki dengesizliği artıran ekonominin askerileştirilmesi, kaçınılmaz olarak, yeni ve daha derin bir ekonomik bunalıma yolaçıyor.
      Silahlanma yarışı, işçi sınıfının ve bütün çalışan sınıfların omuzlarına bindirilen ağır bir yüktür. Örneğin, Birleşik Amerika'da 1913-1914 bütçe döneminde, nüfus başına düşen askeri gider 3,5 dolara çıkmıştı. Bu miktar, 1929-1930'da [sayfa 216] 7 dolara; 1954-1955'te 250 dolara yükseldi, yani bu dönem için 70 kattan fazla bir artış. İngiltere'de 1913-1914 bütçe döneminde nüfus başına düşen askeri gider 1,7 sterlin iken, 1954-1955'te bu miktar 29,3 sterline çıkmıştır. Bu muazzam giderler, dolaylı ve dolaysız vergi artışlarıyla karşılanır. Amerikan halkından 1959-1960 bütçe döneminde alınan yalnızca dolaysız vergi, 1937-1938'de alınandan hemen hemen 15 kat fazladır. İngiltere'de aynı dönemde dolaysız vergilerin, artışı 3 kat; Fransa'da 3 kat; İtalya'da 2 kat olmuştur.
      Savaş-sonrası dönemde, silahlanma yarışı, kapitalist ülkelerde enflasyonu artırdı. Bu yüzden kağıt paranın satın alma gücü birden düştü. Birleşik Amerika'da, 1958 başında, dolaşımda bulunan paranın kitlesi 27,4 milyar dolara yükselmiştir. Oysa, 1937 yılında, dolaşımda bulunan para kitlesi 5,6 milyardı. İngiltere'de 1958'e doğru, kağıt para olarak, dolaşımda 1 milyar 850 milyon sterlin vardı. Bu miktar, 1937'de 460 milyon sterlindi. İtalya'da 1937'de 18 milyar liret olan dolaşımdaki kağıt para miktarı, 1958'de astronomik bir rakam olarak görülen 1.852 milyar lirete varmıştır.
      Mali yüklerin ve enflasyonun ağırlaşmasına karşın, tekeller, nominal ücretlerin "dondurulmasını", yani onun aynı düzeyde tutulmasını sağlarlar. Bu durum, gerçek ücretin azalmasına ve emekçilerin durumunun ağırlaşmasına varır. Emekçiler, kapitalist boyunduruğa karşı savaşımı yeğinleştirirler. Grev hareketinin yaygınlaşması, bunun açık kanıtıdır. Resmi rakamlara inanılacak olursa --kuşkusuz, gerçek durumun altında gösterilmişlerdir-- 11 ülkede (Birleşik Amerika, İngiltere, Fransa, Federal Almanya, Japonya, Kanada, Avusturya, İsveç, Belçika, Hollanda, Arjantin) savaş-öncesi (1930-1939) ile savaş sonrası (1945-1954) karşılaştırılınca grevlerin sayısı 76.000'den 101.000'e, grevci sayısı da 21 milyondan 73 milyona, ve grevlerden dolayı kaybedilen iş-günü toplamı ise 240 milyondan 672 milyona yükselmiştir.
      Ama, proletaryanın sınıf savaşımı yavaşlamıyor, günden güne genişliyor. Böylece, 1961 yılında 50-53 milyon olan grevci sayısı, 1963'te 58 milyonu aştı. [sayfa 217]
      Savaş-sonrası dönemde, kapitalist ülkelerin işçi sınıfı, ekonomik savaşım ayrımı yapılmadan, savaş-öncesindekilerden daha kararlı olarak, hatırı sayılır ülkelerin temel dış ve iç politika sorunlarına müdahale etmiştir; bugün de emekçilerin barış ve demokratik özgürlükler uğruna giriştikleri savaşımlarda ön safta yürümektedir.
      Gücü ve hayatiyeti, çağdaş dönemin deneyimiyle de doğrulanan marksist-leninist teoriye dayanan proletaryanın sınıf savaşımını, komünist partiler ve işçi partileri yönetiyor.
      Günümüzde, bilimsel sonuçların doğruluğu, kapitalizmle bağlarını ebediyen koparmış olan insanlığın üçte-birinin deneyimiyle tanıtlanmıştır. Bu durum, kapitalizmin, zorunlu olarak, yerini, yeni bir rejime, sosyalizme bırakması gerektiği anlamına gelir. İşçi sınıfına, bütün emekçilere, kesin özgürlüğü yalnızca sosyalizm getirebilir. Emekçiler de kendi emeklerinin bütün ürünlerinden ancak sosyalizmde yararlanabilirler.
     

Ulusun Çıkarları ile Tekeller Arasındaki
Çelişkilerin Yeğinleşmesi

     

      Günümüzde, emperyalist ülkelerdeki tekelci burjuvazinin çıkarları, yalnızca proletaryanın çıkarlarına değil, ulusun çıkarlarına da ters düşer.
      Tekelci sermaye, işçi sınıfı üzerindeki sömürüsünü olduğu kadar, köylü ve zanaatçılar üzerindeki sömürüsünü de artırır. Kapitalizmin bugünkü genel bunalımı aşamasında köylülüğün ve kiracı çiftçinin durumu da büsbütün kötüleşmektedir. Amerikan tekellerinin körüklemesiyle ortaya çıkan fiyat yükselmesi sonunda, 1959'da, Amerikan çiftçileri, satın aldıkları metalara 1950'ye bakarak %12 fazla ödemek zorunda kalmışlardır. Oysa, aynı dönemde tarım ürünlerinin fiyatı, %7 düşmüştü. Sanayi ürünlerinin fiyatlarıyla tarım ürünlerinin fiyatları arasındaki, tekelci sermayenin hizmetinde olan devlet tarafından yükletilen borçlarla mali yükler arasındaki farklılaşma, çiftçileri yığın halinde yıkıma sürüklemiştir. [sayfa 218] ABD'de her yıl 150.000 çiftçi yıkıma uğrar ki, bunlar da işsizlerle tarım işçileri ordusunun sayısını kabartır. Fransa'da 1954 ve 1962 arasında 242.000 işletme "ortadan kalkmış"tır. Latin Amerika ülkelerinde, birçok Asya ve Afrika ülkelerinde köylülerin durumu çok kararsızdır.
      Tekellerin çıkarları, yalnızca emekçilerin çıkarlarıyla değil, tekelci olmayan küçük ve orta burjuvazinin çıkarlarıyla da çatışır. Devletle birlikte tekelci sermaye, küçük ve orta kapitalistleri kazançlarından yoksun bırakarak, onları yıkıma zorlayarak, artı-değeri kendi yararına yeniden bölüşmek için, vergi politikasından, mali politikadan, tarifeler politikasından ve fiyat politikasından yararlanır.
      Küçük-burjuva ve diğer orta tabakaların çıkarları, işçi sınıfının çıkarları gibi, tekelci burjuvazinin, onun siyasal partilerinin ve tekellerin çıkarlarını savunma görevini üzerine alan devletin çıkarlarıyla gittikçe artan bir çatışmaya girer. Bu nedenledir ki, işçi sınıfının, köylülüğün, aydınların, küçük ve orta kent burjuvazisinin, tekeller egemenliğini sona erdirmekte çıkarları vardır. Koşullar, bütün bu güçleri biraraya getirmeye elverişlidir.
      Ulusal güçlerin tekellere karşı birliği, günümüz koşullarında, barış ve ulusal bağımsızlık, demokrasinin savunulması, ekonominin kilit noktalarının ulusallaştırılması ve bu kilit noktalarının demokratik yönetimi uğruna savaşım temeli üzerinde, ekonomiyi halkın hizmetine koyarak, gerçekleşebilir.
      Tekellerin boyunduruğuna karşı savaşımda ön safta bulunan komünist partiler ve işçi partileri, geniş halk yığınlarını biraraya getirmeye ve bu savaşımda onlara kılavuzluk etmeye çalışıyorlar.
     

Kapitalist Ülkeler Arasındaki Çelişkilerin Keskinleşmesi

            İkinci Dünya Savaşı, kapitalist ülkeler arasındaki eşit olmayan gelişmeyi daha da çarpıcı hale getirdi. Hitler Almanyası, Japonya ve İtalya, tam bir askeri bozguna uğratıldı; [sayfa 219] bu ülkelerin ekonomisi adamakıllı zayıfladı. Düşman istilasına uğrayan Fransa, İkinci Dünya Savaşında büyük kayıplara uğradı. İngiltere'de ağır bir darbe yemiştir. Bütün bu karışıklıklar içinde zenginleşenler yalnızca Amerikan tekelleri olmuştur. 1948 yılında kapitalist dünya sınai üretiminin %56,6'sını ABD; %11,5'ini İngiltere; %4'ünü Batı Almanya; %4'ünü Fransa; %3,5'ini Kanada; %2'sini İtalya, ve %1,5'ini de Japonya üretiyordu. O zamandan beri, kapitalist dünyadaki güçlerin oranında önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır.
      Bütün bu değişiklikler nasıl açıklanır?
      Birincisi, gerek üretimde ve gerek ticaret alanında, ABD, kapitalist dünya içindeki mutlak üstünlüğünü kaybetti. Dünya sınai üretimindeki payı, 1964'te %44,5 idi, yani 1948 yılına oranla %10 düşme olmuştu. Aynı yıllar arasında, ihracat %23,4'ten %17'ye; altın rezervi ise %74,5'ten %35'e düşmüştür. Sonuç olarak, ABD, kapitalist devletler arasında, hemen hemen, İkinci Dünya Savaşından önceki yerini almış bulunuyor.
      İkincisi; İngiltere ve Fransa'nın durumlarında çarpıcı bir zayıflama olmuştur. Bu devletler, sömürgelerini, kesinlikle kaybediyorlar. Ve dünya sınai üretiminde savaştan önceki konumlarına ulaşmaya da güç yetiremiyorlar. 1937 yılında İngiltere ve Fransa, kapitalist dünya sınai üretiminin %18,5'ini üretiyordu. 1964'te ise kapitalist dünya sınai üretimindeki payları ancak %13,4'tü.
      Üçüncüsü, yenilen ülkeler, özellikle Batı Almanya ve Japonya, önemli ilerleme gösterdiler. Her iki ülke ve bu arada İtalya, kapitalist dünya sınai üretiminin, yaklaşık olarak %17'sini elde etmektedirler. Bu oran, İkinci Dünya Savaşı öncesindekinden fazladır.
      Ekonomik güçler oranındaki değişme, emperyalist ülkeleri bir pazarlar savaşımına sürükledi.
      Ekonomik bakımdan önde gelen ABD, diğer kapitalist ülkeleri kısmen ya da tamamen kendine bağımlı kılmak için, bütün gücünü ortaya koyuyordu. Savaş-sonrasının ilk yıllarında, kapitalist dünya pazarlarının büyük bir kesimi üzerinde [sayfa 220] egemenlik kurmakta başarı sağlamıştı. Ama Batı Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya ekonomilerini yeniden kurunca, ABD ile dünya pazarları üzerinde rekabete başladılar. Bu durum, ABD ile İngiltere, Batı Almanya vb. tekelci grupları arasındaki pazarlar savaşımını şiddetlendirmekte etkili oldu. ABD'nin pazar, hammadde kaynakları ve nüfuz alanları uğruna savaşımı, Avrupalı emperyalistlerin artan direnişleriyle karşılaştı. Batı Avrupa tekelleri, yüksek kârlarının tehlikeye girmesini istemiyorlardı.
      Tekeller arasındaki savaşım, kapitalist ülkeler arasındaki çelişkilerin yeğinleşmesine yolaçtı.
      ABD ile İngiltere
arasındaki çelişki, emperyalistler arasında mevcut olan derin çelişkileri gösterir. ABD tekelci sermayesi, İngiltere'nin geleneksel pazar ve nüfuz bölgelerine karşı saldırganlığa başladı. ABD; İngiltere'nin dominyon ve sömürgeleriyle artan ekonomik ilişkilerini yıkma çabasına koyuldu ve belli bir ölçüde başarı da sağladı. ABD ile İngiltere arasında dış ticaret alanında olduğu gibi, hammadde kaynaklarına sahip çıkma uğruna yürütülen savaşım da yeğinleşti.
      ABD ile Fransa arasındaki çelişkiler de yeğinliğini artırıyor. Birçok Amerikan tröstü, işletmelerini Fransa'da kurmuşlardır. Rekabet, dış ticaret alanında da gittikçe yoğunlaşıyor. ABD, Fransa'nın Kuzey Afrika'daki geleneksel pazarlarına karşı saldırıya geçti. ABD'nin bu ülkelerdeki pazarlar üzerine Fransa'nın yerini alma eğilimi düpedüz açığa çıkmıştır.
      Çoğunlukla ulusal kurtuluş hareketinin "koruyucuları" maskesi ardında iş yapan ABD'nin sözü geçen çevreleri, aslında Güney Vietnam'da olduğu gibi, Kuzey Afrika ülkelerinde de, Fransız üstünlüğü yerine ABD tekellerinin egemenliğini kurma girişimi içindeydiler. ABD'nin bu eğilimi, Fransa'nın egemen çevrelerini epeyce kaygılandırdı.
      Emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin daha da keskinleşmesi, Batı Almanya ve Japonya'nın ekonomik gücünün büyük ölçüde artmasından doğmuştur. Savaşın bitiminden bu yana, ABD, Batı Alman tekellerini kendi denetimi altında [sayfa 221] tutmaya, Batı Almanya'nın en önemli ekonomik dalları içinde sağlam konumlar elde etmeye uğraşmıştı. İngiltere de aynı amaçta onlardan geri kalmadı. Bununla birlikte, ABD de, İngiltere de, Batı Almanya ekonomisinde kendi egemenliklerini kurmayı başaramadı. Kendi sanayi potansiyelini hızla artıran Batı Alman tekelleri, geniş bir yayılma programını uygulama alanına koydular. İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yıllarda, Batı Almanya, ihracat alanında, kapitalist ülkelerin en sonunda yer alıyordu; şimdi dünyada ikincidir.
      Emperyalistler arasındaki çelişkiler uzlaşmaz karşıt ve bağdaşmaz çelişkilerdir. Daha önce Lenin, kapitalist kamptaki çelişkilerin, raslansal uyuşmazlıklar değil, "emperyalist ülkeler arasındaki ekonomik çıkarlar birliğinin derin, kökten bir bozulması..." olduğunu, kapitalist devletler ittifakının ise, "... komşusundan birşeyler aşırmaya çalışan üçkağıtçıların ortaklığı" olduğunu belirtiyordu. (V. Lenin, Œuvres, Paris-Moscou, c. 31, s. 484.)
      Emperyalistler arasındaki çelişkiler, kapitalizmin temel çelişkisinden gelmektedir. Bu, üretimin toplumsal niteliği ile emek ürünlerine sahip olmanın özel kapitalist biçimi arasındaki çelişkidir. Emperyalistleri bölen çelişkileri ortadan kaldırabilen anlaşmalar, birleşmeler, uzlaşmalar yoktur.
      Çağımızın başlıca çelişkisi olan ilerleyen sosyalizm ile cançekişen kapitalizm arasında savaşım, kapitalist kampta mevcut olan çelişkileri ortadan kaldırmaz. Çağımızın bu başlıca çelişkisi, emperyalistlerarası ilişkiler üzerinde ikili etki yapar. Bir yandan kapitalist ülkeleri birleşmeye isteklendirir, üzerinde NATO, SEATO, CENTO gibi askeri blokların oluştuğu temeli yaratır, ve emperyalistler arasında silahlı çatışma gelişiminin temel sorunları üzerinde, kapitalist ülkeler arasında yeni çatışma ve çelişki kaynakları yaratır.
      Emperyalistlerarası çelişkilerin kaçınılmaz olarak bir dünya savaşına varması gerekmez. Kapitalizm dünyada egemen güç iken, emperyalistleri bölen çelişkilerin ve ülkeler arasında güçler dengesinin bozulmasının sonu, kesin olarak dünya savaşlarına varırdı. Günümüzde, kapitalizm, dünyanın [sayfa 222] biricik politik sistemi değildir. Bugün artık insanlığın gelişmesinin kesin bir etkeni haline gelen sosyalist dünya sistemi vardır. Başta sosyalist dünya sistemi olmak üzere, birleşmiş barış güçlerine, saldırgan güçleri dizginleme, dünya savaşını toplum yaşamından kovma olanağı veren yeni bir tarihsel durum yaratılmıştır.

*

 

      Böylece, ücretli emeğin sömürülmesi üzerine kurulan kapitalist üretim tarzını incelemiş bulunuyoruz. Kapitalist rejimde, özellikle onun en yüksek gelişme aşamasında, emek ile sermaye arasındaki, metropollerle sömürgeler arasındaki ve emperyalist devletler arasındaki çelişkiler son derece yeğinleşmiştir. Bu çelişkilerin yeğinleşmesi kapitalist dünyayı, yeni yeni ekonomik ve toplumsal karışıklıklara ve eninde sonunda da kapitalizmin yerine devrime dayalı sosyalizmi koymaya götürecektir.
      Marx'ın 100 yıl kadar önce vardığı sonucu bugünkü gerçeklik daha iyi doğruluyor: kapitalist üretim tarzı, tarih tarafından mahkum edilmiştir. [sayfa 223]