KÜTÜPHANE |
STALIN
| ULUSAL SORUN
J. V. Stalin
ULUSAL SORUNUN ELE ALINIŞI ÜZERİNE
Komünistlerin ulusal sorunu ele alış biçimi, II. ve II buçukuncu
Enternasyonal [24] politikacılarının, her türlü “sosyalist”,
“sosyal-demokrat”, Menşevik Sosyal-Devrimci ve benzeri partilerin sorunu
koyuşundan özsel olarak ayrılır.
Özellikle önemli dört temel etken vardır, ve bunlar, ulusal sorunu ele
alışın yeni biçimini en iyi şekilde karakterize eder ve ulusal sorunun yeni
ve eski kavranışı arasına bir sınır çizgisi çeker.
Birinci etken, kısmi bir sorun olarak ulusal sorunun, genel sorun olarak
sömürgelerin kurtuluşu genel sorunu ile kaynaşmasıdır. II. Enternasyonal
döneminde, bilindiği gibi, ulusal sorun, yalnızca “uygar” ulusları
ilgilendiren dar bir sorunlar çemberiyle sınırlıydı. İrlandalılar, Çekler,
Polonyalılar, Finliler, Sırplar, Ermeniler, Yahudiler ve Avrupa’nın bazı
başka milliyetleri — işte tüm haklarına sahip olmayan, ve II.
Enternasyonal’in kaderleriyle ilgilendiği milliyetler çevresi buydu. Ulusal
baskının en zorba ve en korkunç biçimleri altında acı çeken onlarca ve
yüzlerce milyon Asya ve Afrika halkları, genellikle “sosyalist”lerin görüş
açısının dışında kalıyordu. Beyazlarla renklileri, “uygar olmayan”
zencilerle “uygar” İrlandalıları, “geri” Hintlilerle “aydınlanmış”
Polonyalıları aynı sıraya koymaya cesaret edilemiyordu. Tüm haklarına sahip
olmayan Avrupa milliyetlerinin kurtuluşu için mücadele etme gereği kabul
ediliyorsa, “uygarlık”ın “korunması” için “vazgeçilmez” olan sömürgelerin
kurtuluşundan ciddiyetle sözetmenin “edepli sosyalist”lere asla yakışmadığı
zımnen varsayılıyordu. Bu —sözüm meclisten dışarı— sosyalistlerin Avrupa’da
ulusal baskının ortadan kaldırılmasının, Asya ve Afrika’nın sömürge
halklarının emperyalizmin boyunduruğundan kurtuluşu gerçekleşmeksizin
düşünülemeyeceği, birinin diğeriyle organik olarak bağlı olduğu akıllarına
bile gelmiyordu. İlk olarak komünistler, ulusal sorunun sömürgeler sorunu
ile bağıntısını ortaya çıkardılar, bunu teorik olarak gerekçelendirdiler ve
devrimci pratiklerine temel aldılar. Böylece Beyazlar ile Renkliler,
emperyalizmin “uygar” ve “uygar olmayan” köleleri arasındaki ayrım duvarı
yıkıldı. Bu husus, geri sömürgelerin ve ileri proletaryanın ortak düşmana,
emperyalizme karşı mücadelelerinin koordinasyonunu önemli ölçüde
kolaylaştırdı.
İkinci etken, ulusların kendi kaderini tayin hakkı muğlak sloganı yerine,
ulusların ve sömürgelerin devlet olarak ayrılma, bağımsız bir devlet kurma
hakkı berrak devrimci sloganının geçirilmesidir. II. Enternasyonal
politikacıları, kendi kaderini tayin hakkından söz ettiklerinde, ayrılıp
ayrı devlet kurma hakkı üzerine bir tek sözcük bile söylemiyorlardı; kendi
kaderini tayin hakkı, en iyi halde, genelde özerklik hakkı olarak
yorumlanıyordu. Hatta ulusal sorun “uzmanları” Springer ve Bauer, kendi
kaderini tayin hakkını Avrupa’nın ezilen uluslarının kültürel özerklik
hakkı, yani tüm politik (ve ekonomik) iktidarın egemen ulusun elinde
bırakılması koşuluyla, kendi kültürel kuruluşlarına sahip olma hakkı haline
getirecek kadar ileri gittiler. Başka sözcüklerle, tüm haklarına sahip
olmayan ulusların kendi kaderini tayin hakkı, egemen ulusun politik iktidara
sahip olma ayrıcalığına dönüştürüldü ve bu arada ayrılıp ayrı devlet kurma
hakkı tasfiye edildi. II. Enternasyonalin ideolojik lideri Kautsky, kendi
kaderini tayinin Springer ve Bauer tarafından bu emperyalist yorumlanışına
esasta katıldı. Kendi kaderini tayin şiarının kendilerine bu denli makbul
gelen özelliğini kavrayan emperyalistlerin, onu kendi sloganları ilan
etmelerine şaşmamak gerekir. Halkları köleleştirmek hedefini güden
emperyalist savaşın, kendi kaderini tayin bayrağı altında yürütüldüğü
bilinmektedir. Böylece kendi kaderini tayin muğlak sloganı, ulusların
kurtuluşunun, ulusların hak eşitliğinin bir aracından, uluslann boyunduruk
altına alınmasının bir aracına, ulusların emperyalizme uşaklık altında
tutulmasının bir aracına dönüştürüldü. Son yılarda tüm dünyada meydana gelen
olaylar, Avrupa devriminin mantığı, son olarak, sömürgelerde kurtuluş
hareketinin büyümesi, bu gericileşmiş sloganın atılıp, onun yerine, tüm
haklarına sahip olmayan ulusların emekçilerinin, egemen uluslann
proleterlerine karşı güvensizlik atmosferini dağıtmaya uygun, ulusların hak
eşitliğine ve bu ulusların emekçilerinin birliğine giden yolu düzlemeye
uygun başka bir sloganın, devrimci bir sloganın geçirilmesini talep
ediyordu. Böyle bir slogan, komünistler tarafından koyulan ulusların ve
sömürgelerin aynlıp ayn devlet kurma hakkı sloganıdır.
Bu sloganın üstünlükleri şunlardır:
1 — Bir ulusun emekçilerini, bir başka ulusun emekçileri hakkında herhangi
bir fetih emeli beslemekle suçlamanın her türlü vesilesini yok eder, yani
karşılıklı güven ve gönüllü birleşme için zemin hazırlar.
2 — Sahtekarca kendi kaderini tayinden söz eden, fakat tüm haklarına sahip
olmayan halkları ve sömürgeleri boyunduruk altında tutmaya, kendi
emperyalist devletinin çerçevesi içinde tutmaya çabalayan emperyalistlerin
yüzündeki maskeyi düşürür ve böylece bu halkların ve sömürgelerin
emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini güçlendirir.
Kanıtlamaya gerek yoktur ki, Rus işçileri iktidara geldikten sonra, eğer
halkların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını ilan etmeselerdi, eğer halkların
bu vazgeçilmez haklarını gerçekleştirmeye hazır olduklarını fiille
kanıtlamasalardı, eğer —diyelim ki— Finlandiya üzerindeki “hak”larından
vazgeçmeselerdi (1917), eğer Kuzey İran’dan birlikleri geri çekmeselerdi
(1917), Moğolistan’ın, Çin’in bir bölümü üzerindeki “hak” iddialarından
vazgeçmeselerdi vs. vsb., Batı’nın ve Doğu’nun diğer uluslarından
yoldaşlarının sempatisini kazanamazlardı.
Aynı şekilde, emperyalistlerin kendi kaderini tayin bayrağıyla ustaca
gizlenmiş siyaseti son zamanlarda, Doğu’da üst üste, başansızlığa uğruyorsa,
bunun nedeninin de, başka şeylerin ya-nısıra, emperyalizmin buralarda
gittikçe güçlenen ve halklann ayrılıp ayn devlet kurma hakkı sloganı
ajitasyonu temelinde büyüyen kurtuluş hareketleriyle karşılaşması olduğuna
kuşku yoktur. Baku “Eylem ve Propaganda Konseyi”nin [25] birkaç önemsiz
falsosuna hararetle iftira atan II. ve II buçukuncu Entemasyonal’in
kahramanlan bunu kavrayamıyor; oysa bunu, söz konusu “Konsey”in bir yıllık
varlığı süresinceki faaliyetini, Asya ve Afrika sömürgelerinin son iki-üç
yıllık kurtuluş hareketlerini inceleme uğraşına katlanan herkes
kavrayabilir.
Üçüncü etken, ulusal ve sömürgesel sorunla, sermayenin egemenliği,
kapitalizmin devrilmesi, proletarya diktatörlüğü sorunu arasındaki organik
bağın ortaya çıkarılmasıdır. II. Enternasyonal döneminde minimal bir
kapsamla kısıtlanan ulusal sorun, tek başına ve kendi içinde bir sorun,
yaklaşan proleter devrimi ile bağıntı dışında bir sorun olarak ele alınırdı.
Ulusal sorunun proleter devrimden önce, kapitalizmin çerçevesi içinde bir
dizi reformlar aracılığıyla “kendiliğinden” çözüleceği, proleter devrimin
ulusal sorunun kökten çözümü olmaksızın gerçekleştirileceği ve, tersinden,
ulusal sorunun sermayenin iktidarının yıkılması ve proleter devrimin zaferi
olmaksızın, bu zaferden önce çözülebileceği zımnen varsayılıyordu. Olayları
bu aslında emperyalistçe kavrayış tarzı, Springer ve Bauer’in ulusal sorun
üzerine bilinen yazılarında, baştan sona kırmızı bir şerit gibi uzayıp
gider. Ne var ki son on yıl, ulusal sorunu böyle kavramanın ne denli yanlış,
ne denli çürük olduğunu kanıtladı. Emperyalist savaş göstermiş ve son
yılların devrimci pratiği bir kez daha doğrulamıştır ki:
1 — Ulusal ve sömürgesel sorun, sermayenin egemenliğinden kurtuluş
sorunundan ayrılamaz;
2 — Emperyalizm (kapitalizmin en yüksek biçimi), tüm haklarına sahip olmayan
ulusların ve sömürgelerin politik ve ekonomik köleleştirilmesi olmaksızın
varolamaz;
3 — Sermayenin iktidarı yıkılmaksızın, tüm haklarına sahip olmayan uluslar
ve sömürgeler kurtanlamazlar;
4 — Tüm haklarına sahip olmayan uluslar ve sömürgeler emperyalizmin
boyunduruğundan kurtulmaksızın, proletaryanın zaferi kalıcı olamaz.
Avrupa ve Amerika, sosyalizm ile emperyalizm arasındaki tayin edici
mücadelelerin cephesi, sahnesi olarak tanımlanabilirse, hammaddeleri,
yakıtları, besin maddeleri ve muazzam insan malzemesi mevcuduyla tüm
haklarına sahip olmayan uluslar ve sömürgeler, emperyalizmin cephe gerisi,
yedeği olarak tanımlanmak zorundadır. Savaşı kazanmak için sadece cephede
zafer kazanmak yetmez, düşmanın cephe gerisini, yedeklerini de
devrimcileştirmek zorunludur. Bu nedenle proleter dünya devriminin zaferi,
ancak proletarya, kendi devrimci mücadelesini tüm haklarına sahip olmayan
ulusların ve sömürgelerin emekçi kitlelerinin, emperyalistlerin iktidarına
karşı, proletarya diktatörlüğü için kurtuluş hareketiyle birleştirmeyi
bildiğinde güvence altına alınmış olarak görülebilir. Ulusal ve sömürgesel
sorunu, Batı’da büyüyen proleter devrimleri döneminde iktidar sorunundan
ayırdıklarında, II. ve II buçukuncu Enternasyonal politikacıları işte bu
“küçük ayrıntı”yı dikkate almamışlardır.
Dördüncü etken, çeşitli milliyetlerin emekçi kitleleri arasında kardeşçe bir
işbirliği kurmanın koşullarından biri olarak, ulusal sorunun içine yeni bir
unsurun, milliyetlerin fiilen (ve yalnızca hukuken değil) eşit kılınması
unsurunun getirilmesidir (ileri milliyetlerin kültürel ve ekonomik
seviyesine ulaşabilmeleri için geri milliyetlere yardım, destek sunmak). II.
Enternasyonal döneminde “ulusal hak eşitliği”nin ilanıyla sınırlı kalınırdı.
En iyi halde de böyle bir hak eşitliğinin gerçekleştirilmesi talebinden
öteye gidilmezdi. Ama, aslında çok önemli bir siyasi kazanım olan ulusal hak
eşitliği, bu. haktan yararlanmak için yeterince kaynak ve olanak yoksa, boş
bir seda olarak kalmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hiç kuşku yok ki, geri
halkların emekçi kitleleri, “ulusal hak eşitliği”nin kendilerine tanıdığı
haklardan, ileri ulusların emekçi kitlelerinin yararlanabilecekleri oranda
yararlanacak durumda değildirler: bazı ulusların geçmişten miras aldıkları,
bir iki yılda ortadan kaldırılamayacak (kültürel ve ekonomik) gerilik,
kendini hissettirir. Bu husus, kapitalizm aşamasından geçememiş, hatta
kapitalizmin yoluna hiç girmemiş ve hiç ya da hemen hemen hiç kendi
proletaryası olmayan bir dizi halkın varolduğu, bu milliyetlerin emekçi
kitlelerinin, halihazırda gerçekleştirilmiş olan tam ulusal eşitliğe rağmen,
kültürel ve ekonomik gerilikleri nedeniyle, kazandıkları haklardan yeterince
yararlanacak durumda olmadığı Rusya’da da kendini hissettiriyor. Batı’da,
proletaryanın zaferinin “ertesi gününde”, çeşitli gelişme aşamalarında
bulunan çok sayıda geri sömürge ve yan-sömürgeler kaçınılmaz olarak sahneye
çıktığında, bu durum kendini daha şiddetli bir şekilde hissetirecektir. Tam
da bu yüzden, ileri ulusların muzaffer proletaryasının, geri ulusların
proletaryasına kültürel ve ekonomik gelişmelerine yardımda bulunması, gerçek
ve sürekli yardımda bulunması, daha yüksek bir gelişme aşamasına geçmeleri
ve ileri uluslara yetişmeleri için, onlara yardım etmesi zorunludur. Bu
yardım olmaksızın, çeşitli ulusların ve halkların emekçilerinin yekpare bir
dünya ekonomisi içinde barış içinde birarada yaşamaları ve kardeşçe
işbirliği yapmalarını sağlamak, sosyalizmin nihai zaferi için o denli
zorunlu olan bu koşulu gerçekleştirmek olanaksızdır.
Ama buradan şu sonuç çıkar ki, sadece “ulusal hak eşitliği” ile sınırlı
kalınamaz, “ulusal hak eşitliği”nden, ulusların fiilen eşit kılınması
anlamına gelen önlemlere geçmek ve aşağıdaki gibi pratik önlemlerin
hazırlanması ve uygulanmasına geçmek
zorunludur:
1 — Geri kalmış ulusların ve halkların ekonomik durumlarının, yaşam
tarzlarının ve kültürlerinin araştırılması;
2 — Bu halkların kültürlerinin geliştirilmesi;
3 — Bu halkların siyasi olarak aydınlatılması;
4 — Tedricen ve acısız bir şekilde daha yüksek iktisat biçimlerine
geçmeleri;
5 — Geri kalmış ulusların ve ileri ulusların emekçileri arasında bir
ekonomik işbirliğinin kurulması.
Rus komünistlerinin ulusal sorunu ele alışlarının yeni biçimini karakterize
eden dört temel etken bunlardır.
2 Mayıs 1921
“Pravda” No. 98, 8 Mayıs 1921.
——————–
[24] II buçukuncu Enternasyonal —”Sosyalist Partilerin Uluslararası İşçi
Birliği”—, 1921 Şubatı’nda Viyana’da yapılan kuruluş konferansında, devrimci
işçi kitlelerinin baskısı altında zaman zaman II. Enternasyonalden tecrit
olan merkez partileri ve grupları tarafından oluşturuldu. Sözde II.
Enternasyonal’i eleştiren II buçukuncu Enternasyonal’in liderleri (F. Adler,
O. Bauer, L. Martov ve diğerleri) gerçekte proletarya hareketinin en önemli
sorunlarında oportünist bir siyaset izlediler ve işçi kitleleri üzerinde
komünistlerin artan etkisine karşı koyabilmek için oluşturulan birlikten
yararlanma çabasında oldular. 1923′de II buçukuncu Enternasyonal II.
Enternasyonal ile yeniden birleşti. (s. 136)
[25] “Doğu Halkları Eylem ve Propaganda Konseyi”, 1920 Eylülünde Baku’da
toplanan Doğu Halkları I. Kongresi’nde oluşturuldu. Konseyin amacı Doğu’da
kurtuluş hareketlerini desteklemek ve birleştirmekti; varlığı yaklaşık bir
yıl sürdü. (s. 139)
kaynak: J.V.Stalin, Marksizm, Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, çev.: İsmail
Yarkın, İnter yay., s. 136-142, 1996
|