KÜTÜPHANE |
LENIN |
ULUSAL SORUN
Viladimir İliç Lenin
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
IX. 1903 PROGRAMI VE PROGRAMIN LİKİDATÖRLERİ
Rus marksistlerinin
programının kabul edildiği 1903 Kongresinin tutanaklarının suretleri kolay
bulunmuyor, öyle ki, (sayfa 108) bugün işçi hareketindeki etkin militanların
büyük çoğunluğu, programın ayrı ayrı maddelerinin ardında yatan gerekçeleri
bilmemektedirler (bu konuyla ilgili yazının legalite nimetlerinden yararlanması,
bu bilgisizliği perçinlemektedir...). Onun için 1903, Kongresindeki, üzerinde
durduğumuz sorun ile ilgili tartışmaları tahlil etmek gereklidir.
İlkin şunu belirtelim ki, "ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkı" konusunda Rus sosyal-demokrat yazını ne kadar
yetersiz olursa olsun, bu yazın, gene de sözkonusu hakkın, ulusların ayrılma
hakkı anlamına geldiğini açıkça ifade eder. Bundan kuşku duyan ve 9. maddenin "muğlak"
vb. olduğunu iddia eden Semkovskiler, Liebmann'lar ve Yurkeviçler aşırı
bilisizliklerinden ya da dikkatsizliklerinden ötürü böyle davranmaktadırlar.
Daha 1902'de Plehanov, Zarya'da, program tasarısında "ulusların
kendi kaderini tayine etme hakkını" savunurken, bu istemin, burjuva demokratlar
için zorunlu olmadığı halde, "sosyal-demokratlar için zorunlu" bir istem
olduğunu yazıyordu. Plehanov şöyle diyordu: "Bugünkü Rus kuşağının milliyetçi
önyargılarına karşı gelmekten korktuğumuz için, eğer biz, bu istemi ileri
sürmeyi unutursak ya da bunda duraksama gösterirsek... dudaklarımızdaki 'bütün
ülkelerin işçileri birleşiniz' çağrısı, utanmazca bir yalan haline gelir. ... "[59]
İncelemekte olduğumuz programın bu maddesinin
lehindeki temel iddianın, yerinde bir nitelendirilmesidir: o kadar ki,
programımızın eleştiricilerinin, Plehanov'un bu sözlerini hiç anmamalarına
şaşmamak gerekir. Bu maddenin reddi, ileri sürülen nedenler ne olursa olsun,
gerçekte, Büyük-Rus milliyetçiliğine "utanç verici" bir ödündür. Ama sorun,
bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı sorunu olduğuna göre
niçin Büyük-Rus milliyetçiliğine? Çünkü sözkonusu olan Büyük-Ruslardan
ayrılmadır. Proleterlerin birliği için, onların sınıf dayanışması uğruna,
-ulusların ayrılma hakkını tanımalıyız - yukarda aktarılan sözlerinde,
Plehanov'un (sayfa 109) bundan 14 yıl önce kabul ettiği budur. Eğer
oportünistlerimiz bunun üzerine biraz düşünmüş olsalardı, ulusların kendi
kaderlerini serbestçe tayin etmeleri konusunda bu kadar saçma konuşmazlardı.
Plehanov'un savunduğu program tasarısını
kabul eden 1903 Kongresinde başlıca çalışmaları, Program Komisyonu
yapmıştır. Ne yazık ki, konuşmalar tutanağa alınmadı; alınsaydı, tutanaklar
özellikle bu noktada ilginç olurdu, çünkü Polonya sosyal-demokratlarının
temsilcileri Warszawski ve Hanecki, komisyonda yalnızca görüşlerini
savunmayı denediler ve "ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının
tanınmasına" karşı çıktılar. Bu delegelerin ileri sürdükleri kanıtları (ki
bunlar, Warszawski'nin konuşmasında ve Hanecki ile birlikte sundukları bildiride
açıklanmıştır: kongre tutanakları, s. 134.136 ve 388-390), Rosa Luxemburg'un
yukarda tahlil ettiğimiz Polonya dilindeki yazısıyla karşılaştırma zahmetine
katlanan okur, iki görüşün hemen hemen birbirinin aynı olduğunu görürdü.
Plehanov'un herkesten çok Polonyalı
marksistlere, saldırdığı İkinci Kongrenin Program Komisyonu, ileri sürülen bu
iddiaları nasıl değerlendirdi? Bunlar amansızca eleştirildi ve alay konusu
haline getirildi! Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının tanınmasından
vazgeçmelerini Rusya marksistlerine önermenin saçmalığı, o kadar açık ve
güçlü olarak tanıtlandı ki, Polanyalı marksistler, iddialarını, kongrenin
genel toplantısında yinelemeye bile kalkışmadılar! Rus, Yahudi, Gürcü ve
Ermeni marksistlerin yüksek meclisinde davalarının yenilgiye uğramasının
kaçınılmazlığı karşısında, kongreyi terkettiler.
Bu tarihsel olay, elbette ki, kendi
programına ciddi olarak ilgi duyan herkes için pek büyük önem taşır. Polonyalı
marksistlerin iddialarının, kongrenin Program Komisyonunda tam yenilgiye
uğraması, ve bunların kongrenin genel toplantısında görüşlerini savunmaktan
vazgeçmeleri pek anlamlıdır. (sayfa 110) Rosa Luxemburg'un 1908'deki yazısında
bu konuda "alçak-gönüllülükle" susması nedensiz değildir; öyle görünüyor ki,
kongreyi anımsamak onun için pek tatsız bir şey! O, Warszawski ve Hanecki
tarafından 1903'te yapılan programın 9. maddesini "değiştirme" yolundaki, gülünç
ölçüde gereksiz öneri konusunda da (ki bu öneriyi, ne Rosa Luxemburg, ne de
öteki Polonyalı sosyal-demokratlar yinelemeye yanaşmadılar ve yanaşmayacaklardır
da) susmaktadır.
Ama 1903'teki yenilgisini gizleyen Rosa
Luxemburg, bu gerçekleri sessizlikle geçiştirme yolunu tuttuysa da, partilerinin
tarihine ilgi duyanlar, gerçekleri saptamak zahmetine katlanacaklar ve bunların
taşıdığı anlam Üzerinde düşüneceklerdir.
1903 Kongresini terkederken, Rosa
Luxemburg'un dostları şöyle bir öneriyi kongreye sundular:
"... Biz program tasarısının 7. .maddesinin"
(şimdi 9. maddedir) "şöyle olmasını öneriyoruz: § 7. Devletin parçalarını.
oluşturan bütün ulusların tam kültürel gelişme özgürlüğünü güvence altına alan
kurumlar" (tutanakların 390. sayfası).
Böylece Polanyalı marksistler, o sıra, ulusal
sorun üzerine öyle muğlak görüşler ileri sürdüler ki, ulusların kendi kaderini
tayin etmesi yerine, gerçekte, onlar başka bir ad altında ünlü "ulusal kültür
özerkliği"ni önerdiler.
Bu inanılmaz bir şey gibi geliyor insana, ama
ne yazık ki, bir gerçektir. Bizzat kongrede de, 5 oyla beş bundçu ve 6 oyla üç
Kafkasyalı katıldığı halde (Kostrov'un danışman olarak oyunu saymıyoruz)
ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkıyla ilgili maddenin silinmesi
lehinde tek bir oy kullanılmadı. Bu maddeye "ulusal kültür özerkliği'nin
eklenmesi için üç oy kullanıldı (bunlar, Goldblatt'ın şu formülü lehinde oylardı:
"uluslara tam bir kültürel gelişme özgürlüğü sağlayan kurumların kurulması") ve
dört oy da Lieber'in ("ulusların kültürel gelişmelerinde özgürlük hakkı")
formülü lehinde kullanıldı. (sayfa 111)
Rus liberal partisinin, Anayasacı-Demokrat
Partinin sahneye çıktığı şu anda, bu partinin programında, ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkının yerini, "kendi kültürel kaderini tayin etme"nin
aldığını görmekteyiz. Böylece Rosa Luxemburg'un Polonyalı dostları, PSP'nin
milliyetçiliğine karşı" savaşımda" o kadar ileri gitmişlerdir ki,
marksist program yerine liberal bir program kabul edilmesini önermeye
kadar işi vardırmışlardır! Ve bunu yaparken bir solukta bizim programımızı
oportünist olmakla suçlamışlardır; bu suçlamanın, İkinci Kongrenin Program
Komisyonunda kahkahalarla karşılanmasına şaşmamak gerekir!
Gördüğümüz gibi bir tanesi bile "ulusların
kendi kaderini tayin etmesi" ilkesine karşı çıkmayan İkinci Kongre delegeleri, "ulusların
kendi kaderlerini tayin etme hakkından" neyi anlamışlardır?
Tutanaklardan aktardığımız şu üç pasaj, bu
soruyu yanıtlamaktadır :
"Martinov 'ulusların kendi kaderlerini
tayin etmeleri' teriminin geniş olarak yorumlanması gerektiği görüşündedir : bu
terim, ancak ulusların kendilerini ayrı siyasal bütünler olarak kurmak hakkı
anlamına gelir ve bölgesel kendi kendini yönetme sözkonusu değildir. (s. 171.)
Martinov, Rosa Luxemburg'un dostlarının iddialarının çürütüldüğü ve gülünç hale
getirildiği Program Komisyonunun bir üyesiydi. Martinov, o sıralarda, "bir
ekonomist", Iskra'nın en amansız düşmanlarındandı; ve eğer Program
Komisyonunun çoğunluğunun paylaşmadığı bir görüş ileri sürseydi, kuşkusuz,
sözleri reddedilirdi.
Bir bundçu olan Goldblatt, komisyon
çalışmalarını bitirdikten sonra, kongre, programın 8. maddesini (şimdiki 9.
madde) tartıştığı zaman ilk sözü aldı. Goldblatt şöyle dedi: " 'Ulusların kendi
kaderini tayin etme hakkına' karşı çıkılamaz. Bir ulus bağımsızlık uğruna
savaştığı zaman, ona (sayfa 112) karşı çıkılmamalıdır. Plehanov'un dediği gibi,
Polonya, Rusya ile yasal evlenmeye girmeyi reddederse, o, buna zorlanmamalıdır.
Ben bu sınırlamalar içinde bu görüşe katılıyorum." (s. 175-176.)
Plehanov, kongrenin genel toplantısında bu
konu üzerinde konuşmadı. Goldblatt, "ulusların kendi kaderini tayin etme
hakkının" ayrılma hakkı anlamına geldiği basit ve ayrıntılı biçimde açıklanan
Program Komisyonunda Plehanov'un söylediklerini yineledi. Goldblatt'tan sonra
konuşan Lieber, şunu belirtti:
"Eğer herhangi bir ulus, Rusya'nın sınırları
içinde yaşamak istemiyorsa, elbette ki parti, bu ulusun önüne engeller
koymayacaktır." (s. 176.)
Okur, partinin, programı kabul eden İkinci
Kongresinde, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının "ancak" ayrılma hakkı
anlamına geldiği konusunda iki ayrı görüş bulunmadığını görecektir. Bundçular
bile o zaman bu gerçeği benimsemişlerdi, ve ancak içinde yaşadığımız bu sürekli
karşı-devrim ve her türlü "fikre ihanet'" dönemindedir ki, programın "muğlak"
olduğunu söyleyebilen, bilisiz oldukları kadar cüretli kimselere rastlamaktayız.
Ama bu zavallı sözde sosyal-demokratlara zaman ayırmadan önce, Polonyalıların
program karşısındaki tutumları hakkında sözümüzü sona erdirelim.
Bunlar, İkinci Kongreye (1903), birliğin
gerekli ve ivedi olduğunu iddia ederek geldiler. Ama Program Komisyonunda "yenilgi"lerinden
sonra kongreyi terkettiler, ve son sözleri kongrenin tutanaklarında
yazılı bulunan, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı yerine ulusal
kültür özerkliğinin konması yolunda, yukarda sözü edilen öneriyi içeren yazılı
açıklamaları oldu. 1906'da, Polonyalı marksistler partiye girdiler, ve ne
girerken, ne de sonra (ne 1907 Kongresinde, ne 1907 ve .1908 Konferanslarında,
ne de 1910 Plenum toplantısında) Rus Programının 9. maddesinin değiştirilmesi
yolunda
bir kez olsun (sayfa 113)
tek bir öneri bile ileri sürmediler!
Bu bir gerçektir.
Ve ne söylenirse söylensin, bu gerçek, Rosa
Luxemburg'un dostlarının, bu soruna, İkinci Kongrenin Program Komisyonundaki
tartışmalarla ve aynı kongrenin kararıyla çözüme bağlanmış bir sorun olarak
baktıklarını; 1903'te kongreyi terkettikten sonra, tek bir kez bile parti
kanalılarından programın 9. maddesinin değiştirilmesi sorununu ortaya atmadan,
1906'da partiye yeniden katılmalarıyla yanılgılarını üstü örtülü olarak kabul
ettiklerini ve düzelttiklerini kesin olarak tanıtlar.
Rosa Luxemburg'un imzalı yazısı 1908'de
yayınlandı -elbette ki, parti yazarlarına, programı eleştirme hakkını tanımamak
kimsenin aklından geçmemişti- ve bu yazı yazılalı beri, Polonyalı
marksistlerin bir tek resmi organı bile, 9. maddenin değiştirilmesi
sorununu ileri sürmemiştir.
Bu nedenle, Borba'nın[60]
yazı kurulu adına, bu gazetenin ikinci sayısında (Mart 1914) aşağıdaki
açıklamada bulunurken Trotski, Rosa Luxemburg'un bazı hayranlarına pek
beceriksizce yardımda bulunmaktadır.
"... Polonyalı marksistler 'ulusların kendi
kaderlerini tayın etme hakkının' siyasal içerikten tamamen yoksun bulunduğu ve
programdan çıkarılması gerektiği görüşündedirler." (s. 25.)
Dost görünüşlü Trotski, düşmandan daha tehlikelidir!
"Polonyalı marksistleri" genel olarak Rosa Luxemburg"'un yazdığı her yazının
destekleyicileri olarak sınıflandırabilmek için Trotski, kanıt olarak, "özel
konuşmalar"dan başka bir şey gösteremez (yani Trotski'nin, varlığını
sürdürmek için her zaman gıdasını sağladığı basit dedikodudan başka bir şey
gösteremez). Trotski, "Polonyalı marksistleri" onursuz ve vicdansız kimseler
olarak, kendi inançlarına ve partilerinin programına saygı göstermekten bile
aciz kimseler olarak bize sunmaktadır. Dost görünüşlü Trotski!
1903'te Polonyalı marksistlerin temsilcileri,
İkinci Kongreyi ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı yüzünden
terkettikleri zaman, Trotski, bu hakkın içerikten yoksun bulunduğunu ve
programdan çıkarılması gerektiğini söyleyebilirdi.
Ama bundan sonra Polonyalı marksistler, böyle
bir programa sahip bulunan partiye girdiler, ve bir kez bile olsun bir
değişiklik önerisi ileri sürmediler.
[16*]
Trotski, bu gerçekleri, gazetesinin
okurlarından niçin gizlemiştir? Yalnızca tasfiyeciliğe karşı olan Polonyalı ve
Ruslar arasında anlaşmazlığı kışkırtmak konusunda ve Rus işçilerini program
sorununda yanıltma konusunda spekülasyanda bulunmada çıkarı olduğundan.
Trotski'nin bugüne kadar marksizmle ilgili
herhangi bir sorunda kesin ve sağlam bir görüşü olmamıştır. O, her zaman, şu ya
da bu görüş ayrılığının yarattığı "yarıklara sızma" yolunu bulur, ve ikide-bir
taraf değiştirir. Şu anda bundcuların ve likidatörlerin dostudur. Ve bu bayların
partiye karşı tutumları hiç de olumlu bir tutum değildir.
Bundçu Liebmann'ın şu söylediklerini
dinleyiniz: "Bundan 15 yıl önce," diye yazıyor bu bay, "Rus sosyal
demokratları, programlarına, her
ulusal-topluluğun 'kendi kaderini tayin etme hakkını' aldıkları zaman, herkes
[!!] kendi kendisine sordu: bu modaya uygun [!!] terim ne demektir? Bu sorunun
yanıtı verilmedi [!!]. Bu sözcük bir sis perdesi içinde bırakıldı [!!].
Gerçekten o sıralarda bu sisi dağıtmak zor bir işti. Bu maddenin somut bir
duruma getirileceği zaman henüz gelmemiştir -o günlerde şöyle deniyorduşimdilik
bırakalım sis içinde örtülü kalsın [!!]. - Bu maddeye (sayfa 115) nasıl bir
içerik konacağını bizzat yaşam gösterecektir."
Parti programıyla alay eden bu "bezleri
içinde bebeciğin"[61]
durumu pek hoş değil mi?
Peki niçin alay ediyor?
Yalnızca, parti tarihi hakkında hiç bir şey
öğrenmemiş olan, hatta hiç bir şey okumamış olan, ama parti sorununa ve onun
temsil ettiği her şeye karşı küçümsemeyle bakmanın "moda olduğu" bir
likidatörler ortamına düşmüş bulunan bir karacahil olduğu için.
Pomyalovski'nin romanında, bir vezneci, "lahana
turşusu-fıçısına tükürdüğü için"[62]
övünür. Bundçu baylar daha da ileri gidiyorlar. Liebmann'ları ileri sürüyorlar
ki, bu baylar, kendi fıçılarının içine herkesin önünde tükürebilsinler.
Uluslararası bir kongrenin bir karara varmış olması, ve kendi partilerinin bu
kongresinde kendi örgütleri olan Bundun iki temsilcisinin (ve bunlar
İskra'nın ne "amansız" ve ne kararlı düşmanlarıydılar!), "ulusların kendi
kaderini tayin etme"nin ne anlama geldiğini pekala anlayabildiklerini
göstermeleri ve bunun programa alınması görüşüne katılmış olmaları
Liebmann'ların umurunda mı? Ve "'parti yazarları" (gülmeyiniz) parti tarihine ve
programına karşı Pomyalovski'nin veznecisi gibi bir tutum takındılar diye
partiyi dağıtmak en kolayı değil mi?
Ve işte "bezleri içinde bir bebecik" daha:
'Dzvin'in yazarı Bay Yurkeviç, Goldblatt tarafından yinelenen Plehanov'un
sözlerini aktardığına göre, ve ulusların kendi kaderini tayin etmesi hakkının
ancak ayrılma hakkı anlamına gelebileceğinin farkında olduğunu belli ettiğine
göre, Bay Yurkeviç'in, İkinci Kongre tutanaklarını okuduğu anlaşılmaktadır. Ama
bu, Rus marksistlerinin Rusya'nın "devlet bütünlüğü"nden yana oldukları
iddiasıyla, onlar hakkında Ukrayna küçük-burjuvazisi arasında iftiralar
yaymasına engel olmamaktadır (n° 7-8, 1913, s. 83, vb.). Doğal ki, Yurkeviçler,
Ukraynalı demokratları Büyük-Rus demokratlarından soğutmak (sayfa 116) için
bundan daha iyi bir yöntem icat edemezlerdi. Büyük-Rus demokratlarına karşı
düşmanca tutum, Ukraynalı işçilerin ayrı bir ulusal örgütten tecrit
edilmelerini savunan Dzvin'in yazarlar grubunun siyasetine pek uygun
düşmektedir![17*]
Proletaryanın saflarını bölen -ve
Dzvin'in oynadığı nesnel rol bundan başka bir şey değildir- bir
küçük-burjuva milliyetçi grubun, ulusal sorunu, böylesine içinden çıkılmaz
duruma getirmek için çaba göstermesi anlaşılır bir şeydir. Söylemenin gereği
yok ki, "partiye yakın kimseler" dendiği zaman kendilerini "fena halde" hakarete
uğramış sayan Yurkeviçlerle Liebmann'lar, ulusların ayrılma hakkı sorununun
programda nasıl çözüme bağlanacağı konusunda tek bir sözcük bile
söylememektedirler.
Üçüncü ve başlıca "bezleri içinde bebecik",
Bay Semkovski. Bu kişi, likidatörlerin bir gazetesinin sütunlarında, önünde Rus
dinleyicileri olmak üzere, programın 9. maddesine saldırıyor ve aynı zamanda, bu
maddenin programdan çıkarılmasını "bazı nedenlerden ötürü doğru bulmadığını"
söylüyor!!
Bu, inanılır bir şey değil, ama doğru.
1912 Ağustosunda likidatörler kongresi,
ulusal sorunu resmen ele aldı. Bir-buçuk yıl boyunca 9. madde konusunda, Bay
Semkovski'nin yazdığı yazı dışında tek bir yazı bile çıkmadı. Ve Semkovski, bu
yazısında "bazı nedenlerden ötürü" (bu bir gizli hastalık mı yoksa?)
programı değiştirme önerisine "katılmadığı için" onu tüm olarak
reddetmektedir!! Biz bahse gireriz ki, dünyanın herhangi bir yerinde buna
benzer oportünizm örnekleri, ve ondan da kötüsü partinin yadsınması ve tasfiyesi
yolunda çaba harcandığına ilişkin örnekler bulmak oldukça güçtür.
Semkovskilerin iddialarının nasıl şeyler
olduğunu anlamak için aşağıdaki şu satırları okumak yeter: (sayfa 117)
"Eğer Polonya proletaryası, tek bir devlet
sınırları içinde, bütün Rus proletaryasıyla omuz omuza savaşmak istediği halde,
Polonya toplumunun gerici sınıfları, Polonya'yı Rusya'dan ayırmak isterlerse ve
bir referandumla ayrılmadan yana olan oyların çoğunluğunu sağlarlarsa, biz ne
yapacağız? Biz, Rus sosyal-demokratları, merkezi parlamentoda, Polonyalı
yoldaşlarımızla birlikte oyumuzu ayrılmaya karşı mı kullanacağız, yoksa
-'ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını' ihlal etmemek için- ayrılmadan
yana mı oy kullanacağız?" (Novaya Raboçaya Gazeta, n° 71.)
Bundan açıkça anlaşılıyor ki, Bay Semkovski
neyin tartışıldığını bile anlamamaktadır! Ulusların kendi kaderini tayin
etme hakkı, sorunun merkezi parlamentoda değil, ayrılan bölgenin
parlamentosunda (diyetinde, referandumla vb.) çözüme bağlanmasını gerektirir.
Eğer demokraside çoğunluk gericilerden
yanaysa "ne yapacağız?" sorusu karşısında çocukça kararsızlık, hem
Purişkeviçlerin, hem Kokoşkinlerin ulusların ayrılma hakkı fikrini bile
suç saydıkları bir sırada, gerçek, güncel, canlı siyasal sorunu maskelemeye
yarar. Belki de, bütün Rusya'nın proleterleri, bugün Purişkeviçlere ve
Kokoşkinlere karşı savaşım vermemelidirler, onları rahat bırakıp Polonya'nın
gerici sınıflarıyla savaşmalıdırlar!
Bay L. Martov'un program tasarısını
hazırlayan ve onun 1903'te kabul edilmesini sağlayan ve hatta sonraları
ulusların ayrılma hakkı lehinde yazı yazan aynı L. Martov'un ideolojik liderleri
arasında bulunduğu likidatörlerin gazetesinde yazılanlar, işte bu inanılmaz
saçmalıklardır. Görünüşe göre, L. Martov, şimdi artık şu kural gereğince fikir
yürütmektedir:
Zekanın gereği yok orada;
Siz Read'i gönderin,.
Ve ben, hele bir düşüneyim.[63]
Ve o Read-Semkovski'yi gönderiyor, ve
programımızı bilmeyen yeni okurlar önünde, günlük bir gazetede, programımızın (sayfa
118) tahrif edilmesine ve karmakarışık hale getirilmesine izin veriyor.
Evet, likidatör akım gerçekten epey yol aldı;
en ileri gelen eski sosyal-demokratlarda bile parti zihniyetinin izi kalmadı.
Elbette ki, Rosa Luxemburg, Liebmann'larla,
Yurkeviçler ve Semkovskilerle bir tutulamaz, ama onun yanılgılarından bu tür
adamların yararlanmaları olgusu, kendisinin nasıl bir oportünizmin içine düşmüş
bulunduğunu açıkça gösterir.
|