KÜTÜPHANE | LENIN | Lenin: Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Lenin: Programımızda Ulusal Sorun Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi

NARODNİKLER EKONOMİK SORUNLARI NASIL ORTAYA KOYUYORLAR">

KÜTÜPHANE | LENIN | Lenin: Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Lenin: Programımızda Ulusal Sorun Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi

NARODNİKLER EKONOMİK SORUNLARI NASIL ORTAYA KOYUYORLAR, BAY STRUVE NASIL KOYUYOR?



Sosyoloji ile işini bitirdikten sonra, yazar «daha somut meselelere, iktisadî meselelere» geliyor (s. 73). «Genel tezlerden ve tarihin öğrettiklerinden», kitabının önsözünde de söylediği gibi, «evrensel tecrübe» ile tespit edilmiş tartışılmaz kaziyelerden işe başlamanın «doğal ve geçerli» olduğuna hükmediyor.

Şuna işaret edelim ki, bu usul, daha başta kaydettiğimiz gibi, kitabın büyük yanılgısını teşkil eden o soyut karakterle kusurludur. İnceleyeceğimiz bölümlerde (üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerde), bu kusur yazarı insanı üzen iki dizi sonuca doğru götürmüştür. Bir yandan .yazarın halkçılara karşı öne sürdüğü gayet açık ve kesin teorik tezleri zayıflatmıştır. Bay Struye soyut bir tarzda muhakeme yü-rütüyortabiî iktisattan ticaret İklîsddina “‘geçiş îîâsvîr ediyor dünyada işlerin filân ya da falan tarzda cereyan ettiğini kaydediyor; sonra da birçok noktalara dağınık bir şekilde ve hızla dokunarak, Rusya’ya geçip, «iktisat rejiminin tarihi gelişim» genel şemasını bu ülkeye de uyguluyor. Bu tamamiyle geçerlidir;


Rusya tarihini yanlış açıklamakla kalmayıp, genellikle .tarihi de yanlış açıklayan halkçıları eleştirme için yazar tarafından hatırlatılan «tarihin öğrettikleri» ne mutlaka gerek vardır, o muhakkak. Bununla beraber, bu tezleri daha somut bir şekilde ifade etmek .genel şemayı Rusya’ya uygulamanın mümkün olduğunu inkâr eden halkçılarca öne sürülen delillerin karşısına bu delilleri daha belirli ve daha kesin bir şekilde çıkarmak gerekirdi halkçıların Rus gerçeğini anlayış tarzını,^ markşçüarın btmdan farklı olan anlayış tarzı ….ile….(?iyg^arnak”iâzfm.,„flglirçli. Öte yandan, yazarın açıklamalarının soyut oluşu, öne sürdüğü tezleri aksatmakta, tamamlanmamış hale getirmektedir; hem, gelişmenin yönünü göstermekle beraber, o zaman, hangi sınıfların teşekkül ettiğini, hangi sınıfların teşekkül ettiğini, hangi sınıfların, kendilerine tâbi öteki halk tabakalarını maskelemek suretiyle ,bu gelişimin etkeni rolünü oynadıklarını söylemiyor; bir kelime ile objektifçiliği ve maddeciliği evvelce tarif ettiğimiz anlamlartyie- yazarın objektifçiliği burada maddeciliğe kadar varmıyor [Objektifçililk ile maddecilik arasındaki münasebet, Marx tarafından Louis Bonaparte'uı hükümet darbesi adlı eserinin önsözünde gösterilmiştir. Marx, Proudhon'un da bu tarihî olay (ükümet darbesi) üstünde durduğunu söyler, bu yazarın kendi görüşüne muhalif olan görüşünü şöyle yorumlar: «Proudhon (2 Aralık 1851) hükümet darbesini daha önceki bir tarihî gelişmenin sonucu imiş gibi göstermeğe çalışır. Ama, hükümet darbesini tarihî kuruluşu bu yazarın kaleminde hükümet darbesini yapan kahramanın tarihî bir övgüsü haline gelir. Sözüm ona objektif geçinen tarihçilerimizin düştükleri hataya böylelikle o da düşmüş olur. Ben ise, aksine, Fraosa'daki sınıf mücadelesinin dar kafalı ve gülünç bir kişiyi kahraman haline getirecek şartları ve durumu nasıl yaratmış olduğunu gösteriyorum.»] Bay Struve’nin kitabındaki en önemli bazı tezleri tahlil ederken, bu değerlendirmeyi destekleyen birtakım deliller vereceğiz.

«Rus tarihinde asıl üretim yapanların efendilerine olan (hukukî ve iktisadî) bağımlılıkları, daha başında, «halk üretimi» nin köye ve ovaya bağlı oluşundan doğmuş kaçınılmaz bir sonuçtur» (s. 81) demekte yazar haklıdır. Tabiî iktisat devrinde köylü topıak sahibinin kulu, kölesiydi; kendi hesabına çalışmıyor; senyör, manastır ve toprak sahibi hesabına çalışıyordu. «Üretim araçları, üreticinin malıydı» diyen acaip sosyologlarımızın masalları karşısında Bay Struve de .haklı olarak, bu tarihî olayı çıkarmaktadır (s. 81). Bu masallar, halkçıların, Rus tarihini, her z/aman bol bol yaydıkları küçük burjuva (boş) hülyası yönünde bozma denemelerinden birini teşkil eder. Gerçeğe cepheden bakmaktan korkan; bu zulmü ve işkenceyi hakikî adiyle ağıza almaktan korkan halkçılar tarihe başvurmuşlar, olayları öyle göstermişlerdir ki, bu suretle üretim âletlerinin üreticinin malı olması «her zaman» var olmuş bir ilke ciu-yor, köylü çalışmasının «yüzyıllardır mevcut olan temeli» bu oluyor; bunun sonucu olarak da, köylülerin bugün topraksız ve aletsiz hale gelmeleri, derebeylik devrindeki üretim fazlasının yerini burjuva artık -değerinin almasiyle değil, sosyal iktisadımızın kapitalist teşkilâtiyle değil de .bahtsız bir siyasetin tesadüfü ile «milletin bütün tarihi tarafından çizilmiş yoldan gelip geçici bir sapma» (Bay Struve tarafından s. 15′te kaydedilen bu sözler Bay Yujakof’a aittir) ile açıklanmış oluyor. Rusya gibi bir ülke için bu saçma sapan masalları uyduranların hiç de yüzleri kı-zarmamıştır. Çünkü, köylüleri en gaddar, en asyalı işi sömüren derebeylik sömürüsü Rusya’da ortadan kalkalı daha çok olmadı [ Hatta bu sömürünün kesin olarak ortadan kalktığı da söylenemıez. Bir yandan, parasını verip kölelikten kurtulma tazminatları var (biliyoruz ki, bu tazminatların içinde hem toprak parası, hem de kölelikten azat olma parası vardır); öte yandan, örneğin «köylülerin elinden alınmış topraklar»ın icar bedelini ödemek için köylülerin yaptıkları çalışma var: bu sonuncusu doğrudan doğruya derebeylik üretim tarzının bir kalıntısıdır.]. Bu ülkede üretim araçlarının üreticinin malı olmadığı şöyle dursun, üreticilerin kendileri bile herhangi bir üretim âleti»nden pek az farklıydı. Bu «bal şeker akan iyimserliğin» karşısına, Bay Struve, pek haklı olarak, Saltikof -Şçedrin’in «halk üretimi» ile toprak köleliği arasında mevcut bağ hakkında, «yüzyıllardır sürüp gelen esaslar» devrindeki «bolluğun» yalnız ve yalnız leibcom-pagnon’ların (10) haleflerinin ve daha başka savaş adamlarının eline geçmesi hakkında verdiği sert hükmü çıkarıyor, (s. 83)

Bay Struve’nin, muhakkak ki, Rus gerçeğinin iyice tespit edilmiş olaylariyle ilgili olan ve tamamiyle doğru bir düşünceyi ihtiva eden şu gözlemini de belirtelim.: «üreticiler iyice sınırlı mahallî bir pazar için değil de, uzak ve belirsiz bir pazar için çalışmağa başlayınca, rekab.et, pazar için mücadele gelişince, bu şartlar teknik bir ilerlemeye yolaçar… İş bölümü mümkün olduğuna göre, bu iş böîümünün en geniş bir tarzda uygulanması gerekir; ama, üretim teknik bakımdan teşkilâtlanmadan önce; yeni mücadele (ticaret eşyalarının sürümü) şartlarının etkisi üreticiyi tacire (perakende satıcıya) iktisaden bağımlı kılacaktır; bunun kesin bir sosyal önemi vardır. Gözlen tamamiyle teknik ilerlemeden başka bir şeyi göremeyen, Bay V.V. gibi «hakikî marksçılarımızın» asıl gözden kaçırdıkları şey de budur» (s. 98). Perakende satıcının ortaya çıkmasının kesin önemi hakkındaki bu kayıt tamamiyle dağtudur. Bu önem kesindir; şu anlamda ki, bu önem üretimin kapitalist teşkilâtının daha önceden var olduğunu, «ticaret iktisadı -para iktisadı- kapitalist bir iktisattır» tezini Rusya’ya da uygulamanın mümkün olduğunu su götürmez bir şekilde ispat etmektedir; yine şu anlamda ki, bu önem üreticinin sermayeye tâbi oluşunu yaratır, bu tâbi oluştan kurtulmanın bir tek yolu üreticinin kendisinin göstereceği eylemdir. «Tüketici ile üretici arasına kapitalist teşebbüs adamının girdiği -geniş ve beiirsiz bir pazar için üretim yapılınca, bundan kaçınılamaz- andan itibaren, kapitalist üretimin bir şekli ile karşı karşıyayız demektir». Yazar pek haklı olarak şunu da ekliyor: Eğer zanaatçı üretimi sözlerinden, belirsiz ve uzak bir pazar için çalışan üreticiye mutlak bir iktisad bağımsızlık sağlayan bir iktisat kast ediliyorsa, bu hakikî zanaatçı üretimini Rus gerçeğinde mevcut olmaması kuvvetli bir ihtimal olarak» sözlerini kullanması ve gelecek siga-sile konuşması yanlıştır. Büyük üretici, evde çalışma sisteminin ve zanaatçıların perakende satıcılar tarafından tam bir şekilde kul köle hale getirilmesinin egemen oluşu, bizim zanaatçı sanayiimizin gerçek teşkilâtında pek yaygın ve egemen bir olaydır. Bu teşkilât yalnız kapitalist olmakla kalmaz, yazarın pek haklı olarak işaret ettiği gibi, «kapitalistler için sen derece kârlıdır» da. Çünkü, bu teşkilât hem kapitalistlerin pek fahiş kazançlar elde etmelerini ve son derece düşük ücretler vermelerini teminat altına alır, hem de işçilerin gelişmesine ve teşkilâtlanmasına son derece engel olur (s. 99 – 101). Şunu da kaydedelim ki, zanaatçı sanayiimizde kapitalist sömürmenin ötedenberi egemen olduğu bilinmektedir. Ama, halkçılar bu olayı insanı şaşırtacak kadar gör-memezlikten geliyorlar. Gazete ve dergilerinin bu konuyu inceleyen hemen hemen her sayısında hükümetin büyük kapitalizmi yapay bir şekilde» (bütün «yapaylık» ta kapitalizmin değil, makinalaşmış olmasından ibarettir) desteklemesinden ve «halk sanayiinin ihtiyaçları için» hiçbir şey yapmamasından üzüntü duymaktadırlar. Büyük sermayeye karşı küçük sermaye uğrunda mücadele eden ve aynı çıkar zıtlığının «halk» sanayiinde de var olduğu ve bunun sonucu olarak da, çıkar yolu hiçbir suretle sefil kredilerde, v.b. aramamak lâzım geldiği şeklindeki o tartışılmaz olaya inatla gözlerini kapayan küçük burjuvanın dar kafalılığı burada bütün çıplaklığı ile kendini belli ediyor. Bütün bunlar ddima kaybedeceğim korkusu ile işletmesine dört elle sarılan küçük mülk sahibine dehşet verici birşey olarak «sanki emek meyvalariyle ücreti yaratmıyormuş gibi», «emeğe âdil bir ücret verilmesi lehinde bir çeşit kaynaşma olarak» göründüğünden, anlaşılıyor ki, emekçi zanaatçılar kitlesinin biricik temsilcisi, «limonlukta yetiştirilen bir nebat» gibi, el sanayiinin «yapay» şartları içine yerleştirilmiş bir üretici olabilir. [«Bütün oluşum şöyle ifade edilir: Küçük üretim (zanaat), unsurlarının bir kısmile «kapitalizm» e, bir kısmile de, üretim araçlarından ayrılmış olan ücretli emeğe yaklaşmaktadır».]

Bay Struve’nin ziraat hakkındaki düşünceleri üstünde de duralım. Buharlı vasıtalarla ulaştırma, mübadele iktisadına geçmeyi zorunlu kılar, tarım üretimini bir ticarî üretim haline getirir. İmdi, üretimin ticarî niteliği «üretimin iktisadî ve teknik bakımdan mutlaka rasyonel almasını» ısrarla ister (s. 11-). Yazar bu teze, büyük üretimin tarıma yararları olduğu ispat edilmemiştir (edilmemiş görünüyor), diye ihtişamla iddia eden halkçılar aleyhinde özel önemi dan bir deli! gözü ile bakmaktadır. Yazar halkçılara cevap veriyor, diyor ki: «Marx görüşüne “dayrm^^ timin ll<^

etrneyecekterdlr. Çünkü, küçük tarımsal teşebbüsler, bazı hallerde, bu özellikler sayesinde, büyük te-

gebbyslfire. nispetle,,, bi rtgkjm üstü n I ü k le r sağ I a r.

Marx da bu özelliklerin önemini sanki inkâr mı ediyor?» (s. 111). Pek belirsiz cümleler bunlar. Yazar hangi özelliklerin sözünü ediyor? Bu özellikleri niçin daha açık bir şekilde göstermiyor? Marx’ın bu konudaki fikrini nerede ve nasıl ifade ettiğini ve bu fikri düzeltmeyi hangi nedenlerle zorunlu bulduğunu niçin söylemiyor?

Yazar devam ediyor: «Küçük üretim, gün geçtikçe ticajlJ^.,^

işîetmeleri, ayakta duran işletmeler’ hâline gelebilmek için, iktisadî ve teknik r&syoneW#ş#rm©n*R genel gereklerini tatmin edecektir» Jş. 111). «Küçük tarım işletmelerinin büyük işletmeler tarafından yutulup yutulmayacağım bilmek hiç söz konusu değildir -iktisadî gelişimin böyle bir yol tutması az muhtemeldir-; söz konusu oian şey, bütün millî iktisadın mübadelenin etkisiyle geçirdiği değişikliktir. Halkçıların gözden kaçırdıkları nokta şudur: Yukarıda gördüğümüz gibi, «sanayiin yayılması» sebebiyle, tabiî iktisadın mübadeleci iktisat tarafından sürüp çıkarılması, toplumun yapısını tamamiyle değiştirmiştir. Ziraatçı (ovada oturan köylü) nüfus ile ziraatçı olmayan (şehirli) nüfus arasındaki eski oran şehirli nüfus lehine değişmektedir. İktisadî hayatın yeni şartlarının etkisiyle küçük ziraat üreticilerinin anlayışı, hatta iktisadî tip bile kökünden değişmektedir.» (s. 114).

Alınan bu parça, yazarın Marx hakkındaki sözleriyle ne demek istediğini bize açıkladığı gibi, evvelce işaret ettiğimiz görüşün açıklaması somut bir oluşumun tasvirine dayanmıyorsa, bu açıklama yazarın düşüncesini karartır ve bu düşünceyi yarım bırakır» şeklindeki düşüncemizi de kuvvetlendirmektedir. Yazarın halkçı fikirlerin yanlışlığı hakkındaki tezi tamamiyle doğrudur, ama, eksiktir çünkü ,bu tez, rasyonel

141

olmayan üretimin yerini rasyonel olan üretim alınca gelişen yeni çatışmalı sınıf zıtlığı şekilleriyle ilgili açıklamalarla birlikte ortaya konmamıştır. Meselâ, yazar «iktisadî rasyonelleştirme», en yüksek «taprak gemi demektir» (s. nü) diye namJmBaaınaaB3BL

niyor; ama, toprak geliri, zirc^^^|»4auıxı„.usMİJji|]ie göre teşkilâtlanmasını gerektirir, demeyi; .yani, toprak geliri, en başta, tsamamiyle pazara, sonra da ka-pTtalîsf” sa nayide efe ^JtH^^;SMM*teBW~”^ emekçi sınıfların- tarırrİ,,î§§gJ!^,ylüjae^.,bgğlıc^.r^……..de-

meyi .unutma ktad ı r.

Halkçılara göre .tarımımızın kapitalist bir niteliği olmayacaktır. Her şeyi küçük işletmelerin büyük işletmeler tarafından kovulmasına indirgeyerek, meseleyi şaşılacak kadar dar ve yanlış bir şekilde ortaya koymaktır bu. Bay Struve, pek haklı olarak, şu cevabı veriyor: Böyle düşünmekle, halkçılar, Batı Avrupa köylülerinin iktisadında burjuva olduğu gibi, hatta küçük üretimde bile burjuva olabilen (gerçekten bizde de böyledir) tarımsal üretimin genel niteliğini gözden kaçırmaktadırlar. Bağımsız küçük iktisadı (Rusya aydınlarının kullandıkları terimle, «halk iktisadını») burjuva iktisadı haline getiren şartlar bilinmektedir, onlar da şunlardır: En başta, üreticilerin ayrı ayrı oluşundan [Söylemeğe gerek yok, burada iktisadî tecrit söz konusudur. Ortak toprak tasarrufu bu iktisadî tecridi hiç bir şekilde ortadan kaldırmaz. En «eşitçi» şekilde yapılan toprak dağıtımlarında bile köylü kendi tarlasını kendi başına ekip biçer, demek ki, kendi hesabına çalışan bağımsız bir üreticidir.], bunlar arasında rekabeti dcgurup büyük kitleyi iflâs ettirerek küçük bir azınlığı zengin eden «ticarî üretimin egemenliği»; sonra da ,emek gücünün ticaret eşyası, üretim âletlerinin de sermaye haline gelmesi yüzünden, üretici üretim âletlerinden ayrılmış, belli başlı sanayi de kapitalist tarzda teşkilatlandırılmıştır. Bu şartlar içinde, bağımsız küçük üretici üreticiler kitlesine nispetle, müstesna bir durumda bulunmuş oluyor. Gerçekten bağımsız olan üreticiler, tıpkı bizde olduğu gibi, başkası için çalışıp, yalnız «bağımsız» iktisada sahip olmamakla kalmayarak, hatta bir haftalık geçinme imkânları bile olmayanlar arasında birer istisnadır. Bağımsız üreticinin durumu ve çıkarları kendisini «en başta ücretleriyle geçinen» üreticiler kitlesinden tecrit etmektedir. Ücretleriyle geçinenler «âdil bir ücret verme ya da alma» meselesini ortaya attıkları halde, bağımsız üretici büsbütün başka bir şeyle, kredi ile ve en çok küçük «halk» kredisiyle, ucuz mükemmel âletlerle, «satış teşkilâtiyle», «toprak mülkiyetini geliştirmekle», v.b. ilgilenir.

Büyük işletmelerin küçük işletmelerden üstün olduğu hakkındaki kanun ancak ticarî üretimde geçer akçedir. Şu halde, ticarî üretime henüz kesin olarak sürüklenmediği gibi, pazara da tâbi bulunmayan işletmelere bu kanun uygulanamaz. Onun için, (1961) Islahatından sonra derebeylik işletmelerinin çökmesi ve köylülerin icarla özel toprak tutmalar, tarımımızın kapitalist gelişimi hakkındaki tezi çürütmektedir, şeklinde öne sürülen delil (bu delil Bay V.V. tarafından öne sürülen delidir) meselenin hiç anlaşılmadığını göstermektedir. Ekip biçmenin köylüler elinde bulunmasına dayanan toprak köleliği ilişkilerinin yıkılması, büyük taprak mülkiyeti buhranına yol açmıştır, o muhakkak, ama, bu buhranın yarı dere-bey çalışma şekillerinin? yerini alan tarım işçileri ve gündelikçiler kullanmanın genelleşmesi sonucunu doğurduğu bir yana, köy iktisadının niteliği de hissedilecek kadar değişmiştir:: Bu iktisat pazar için çalışmaya doğru sürüklenmiş, bu da köylülerin köy küçük burjuvazisi ve tarım emekçileri diye hemen ikiye ayrılmasına sebep olmakta gecikmemiştir. Buayrılma, Rusya’da kapitalizm meselesini halletmek işini sona erdirmektedir. Bu oluşumu Bay Struve beşinci bölümde açıklamaktadır: «Küçük rençper farklılaşmaktadır. Bir yanda «iktisadî bakımdan kuvvetli» köylüler («köy burjuvası» demek gerekirdi) öte yanda .emekçi tipindeki köylüler. Halk üretiminin nitelikleri, «köylü ilerlemektedir» diye tanımlanabilecek bir bütün oluşturmak üzere, kapitalizmin nitelikleriyle birleşmektedir.»

Sorunun bu yönüne, yeni bir tarımın burjuva teşkilâtı üstüne dikkati çekmek gerekirdi. Halkçılara göstermeliydi ki: Bu oluşumu bilmemezlik etmekle, evvelce köylü sınıfının fikir sözcüleri iken, şimdi de küçük burjuvazinin fikir sözcüleri haline gelmişlerdir. Köylü iktisadının bu teşkilâtı bilindiğine göre, halkçıların arzuladıkları «halk üretiminin yükselmesi», küçük burjuvazinin «yükselmesinden başka bir anlam ifade edemez. Buna karşılık, üreticinin en gelişmiş şekildeki kapitalist ilişkiler içinde oynadığı rolü belirten kimseler, yalnız bu üretimin çıkarlarını ifade etmekle kalmayıp, bütün «emekçi» köylü kitlesinin çıkarlarını da ifade etmiş olurlar.

Bay Struve’nin açıklamalarındaki yetersizlik ve belirsizlik şuna varmıştır: Rasyonel tarımı incelerken, bu ziraatın iktisadî teşkilâtını nitelendirmemiş; rasyonel olmayan tarım yerine rasyonel tarımı, tabiî üretTm yefihe ticarî–«©timigetiren buharla ulaştırmayı inceîeTken, ö zaman işe karışan yeni çatışjjiğj lan sınıf zıtlığı”şeklinde rritelertdlrırremiştir’.’

İncelediğimiz bölümlere yürütülen muhakemelerin çoğunda bu metod eksikliği kendini göstermektedir. Sözlerimizi kuvvetlendirmek için, birkaç örnek verelim. Ticarî iktisat ve geniş sosyal iş bölümü, diyor yazar,”" «özel mulkîyef laiTirmüna, iktîsaaT Hürriyet ve ferdiyetçilik duygusuna dayaharcfk gelişir.»



Ulusal üretimin gelişmesi «özel mülkiyet kurumunun, toplumdaki egemenlik derecesine bağlıdır». «Bunların bir arada bulunmaları, tecrübî bakımdan, tarihî bakımdan tespit edilmiş bir şeydir. Bugün XVIII. yüzyılın fikir ve ilkeleri hafiflikle ele alınmakla aslında,, bu yüzyılın düştüğü hata tekrarlanmakla, iktisadî hürriyetle ve ferdiyetçilik duygusu ile olan tarihî ve kültürel bağ çoğu zaman unutulmuş oluyor. İktisadî ve kültür bakımından az gelişmiş bir toplumun, bu ilkeler gerçekleşmeden de, iktisaden ilerleyebileceğine ancak bu bağ bilmemezlikten gelindiği takdirde inanılabilir. Bu ilkelere karşı biz hiç bir özel yakınlık beslemiyoruz, bunların gelip geçici olan tarihî niteliklerini gayet iyi anlıyoruz; ama, aynı zamanda da, bunlardaki yalnız alumsuz değil, olumlu olan geniş kültür kuvvetini de görmem.ezlik edemeyiz. Teorik muhakemeleri içinde, kendini tarihî devamlılıkla hiç bağlı görmeyen bir fikircilik (idealizm) ancak bu kültür kuvvetini göımeyebilir» (s. 91).

»

«Tarihî bakımdan bir arada bulunmaları» «objektif olarak» gözlemekte, yazar tamamiyle haklıdır.. Ama, öne sürülen delillerin yanm kalması insanı hayal kırıklığına uğratıyor. İnsanın yazara şöyle diyeceği geliyor: Sanuna kadar gTtsenızecanım! Bu genel

devresine indirgeyiniz, bu tezleri ve delilleri görüş tarzınızın halkçı görüş tarzından niçin ve hangi noktada farklı olduğunu gösterecek şekilde ifade ediniz, bunları Rus m.arksçısı için biricik kıstas olan gerçekle karşılaştırınız, bu ilerlemelerin ve bu kültürün giz. (ediği sınıf z 1111 k I â r’ı’ri i’ g ös te rîn îz’.”T*7″.’”"‘i:iG;:::”: ‘ “” ^”‘

(*) Halkçılarla tartışma konusunda, yazar diyor ki: Contra prin-cipia negatem disputari non potest (ilkeleri inkâr eden kimse ile tartışılamaz, çev.). Bu, principSa’lan birer tez ya da genel birer kanıt olarak, ya da tarihin ve Rus gerçeğinin filân ya da falan olaylarının farktı bir yorumu olarak ifade ediş tarzına bağlıdır.

145

Islahat (1861) sonrası Rusyasının bize kazandırdığı «nefîeme»* “ve «küîtür», muhakkak ki, «özel mülkiyet kurumu» na bağlıdır. Bu özel mülkiyet kurumu, medenî konuda, «hür ve serbest emeğin» ve emeğin sermayeye satılmasının hayatta temsil ettiği eşitliği mahkemeler karşısında da tanıyan «tezatlı» yeni bir yargı hakkını tanımak suretiyle, ilk defa olarak tam bir şekilde gerçekleştirilmekle kalmamış, aynı zamanda, mülk sahibi – köylüler haline gelen köylülerin toprak mülkiyetine teşmil edildiği gibi, devlete karşı her türlü vergi ve sorumluluklardan muaf olan büyük toprak sahiplerinin tcprak mülkiyetine de teşmil edilmiştir. Bu özel mülkiyet kurumu, hatta, «vatandaşlara» mahallî muhtar idareye (le cens), v.b. katılmak kanunî ehliyetini tanıyan siyasî hakların temelinde bile yer almıştır. «İlerlememiz» ile «iktisadî hürriyetin ilkeleri» arasındaki «bağ» daha da açıktır ve daha da göze batmaktadır. Birinci bölümde bizim halkçıdan öğrendik ki, bu «hürriyet», Rus toprağını bir araya toplayan «alçakgönüllü ve sakallı» kimseleri «polis memuruna boyun eğmek» zorunluluğundan kurtarmaktan ibarettir. Ticarî iktisadın gelişmesiyle «ferdiyetçilik duygusu» nun nasıl yaratıldığını evvelce gösterdik. Ulusal ilerlemenin bütün bu niteliklerini bir araya toplayarak (tıpkı 1870 yıllarındaki halkçı gibi) şu zorunlu sonuca varılır: Bu ilerleme ve bu kültür temelinde burjuva idi. Çağdaş Rusya, Islahattan (1861′den) önceki Rusya’dan çok daha iyidir; ama, bütün bu iyiye doğru gitmeyi ta-mamiyle ve yalnız ve yalnız burjuvaziye, temsilcilerine ve ideologlarına borçlu olduğumuz için; üreticiler bundan yararlanmamışlardır. Bu ideologlara göre, bu iyiye doğru gitmeler, fazla üretimin şekil değiştirmesinden başka birşey değildir; yine bu iyiye doğru gitmeler, üreticiyi üretim araçlarından ayırmakta en mükemmel çarelerdi. Onun için, halkçı Baylar Rus kapitalizmine ve burjuva zihniyetine itirazda bulunurlarken, bu kapitalizmin ve bu zihniyetin temsilcilerine ve sözcülerine başvurdukları zaman, aklın almayacağı bir «hafiflik» ve hafızasızlık örneği vermiş oluyorlar. Bu Baylar hakkında. «Bunlar kimlerin kendilerinden olduğunu anlamamaktadırlar» denebilir.

Bugünkü halkçı, Islahattan (1861 den) sonraki Rusya’nın ve «toplum» un böyle bir tanımını katiyen kabul edebilecek anlayışta değildir. Bu halkçının bu tanımı çürütmek için, bu Rusya’nın burjuva niteliğini inkâr etmesi, uzak ceddi olan 1870 yılları halkçısının doğrulmasına ve «yarının teminatını» asıl üreticilerde aramak için» halka gitmesine neden olan şeyi inkâr etmesi lâzım gelecektir. Bugünkü halkçı belki «yarının teminatını» inkâr etmeğe kadar da gidecektir, ona şüphe yok. Hatta, dahası var: Bu konuda da iyiye doğru gidiş olduğunu ispat etmek isteyecektir; ama, a zaman da, henüz kendisinin ne lau-ğünü anlamamış olanlara kaba saba bir küçük bur-juva’dan başka birşey olmadığını göstermiş olacaktır.

Okuyucu da anlamıştır ki, ben Bay Struve’nin tezlerini sonuna kadar geliştirmekten, bunların ifade şeklini değiştirmekten başka birşey yapmadım: «Aynı şeyi başka bir dille söyledim». İnsan kendine şu soruları sorabilir: Buna pek lüzum var mı? Bu tamamlayıcı şeyler ve bu muhakemeler böyle üstünde uzun uzun durmak zahmetine değer mi? Bunlar kendilerini zaten zorla kabul ettirmiyorlar mı?

Bence mesele üstünde durmak zahmetine değer. Bunun iki sebebi var. Birincisi: Yazarın dar objektifçiliği son derece tehlikelidir; çünkü, yazar, vatanın gelişme yolları ve kaderi üstünde edebiyatımızda pek kökleşmiş olan eski öğretmen tahlilleri ile filân ya da falan sınıf tarafından hız verilen gerçe oluşumun gerçek karakteristiğini birbirinden ayıra çizgiyi unutmağa kadar işi vardırıyor. Bay Struve’rıin kitabının asıl yanılgısı işte bu dar objektifçilik, bu tutarsız marksçılıktır. Bu yanılgı marksçılıktan gelmediğini, morksçılığın yetersiz bir uygulamasından geldiğini; yazarın, teorisi için, gerçeğin kıstasından başka kıstaslar görmesinden, bu akideden başka pratik sonuçlar (tekrar edeyim ki, yazar kendi temel tezlerini yıkmadıkça, bu sonuçları çıkarmak mümkün değildir, böyle birşey düşünülemez) çıkarmasından değil, nazariyenin yalnız en genel olan tarafiyle yetinip, bunu tutarlı bir şekilde uygulamamasından geldiğini göstermek için, bu yanılgı üstünde kılı kırk yararcasına durmanın önemi vardır. İkincisi: Yazarın kitabın önsözünde öne sürdüğü «halkçılığı ayrıntılı meselelerde eleştirmeden önce, bir «eleştiri tartışması» yaparak, aradaki fikir ayrılıklarının temelde neler olduğunu ortaya dökmek lâzımdır» (S. VII) şeklindeki düşünceyi kabul etmemezlik edemeyiz. Ama, bu hedefe varmak için, tezlerinin hemen hemen hepsine daha somut bir anlam vermek, haddinden fazla genel olan delillerini Rus tarihinin ve gerçeğinin meselelerine indirgemek lâzımdır. «Olayları» maddeci bakımdan «tekrar ele almak», «toplum.dalRî»”v¥”3ev*-letteki» sınıf zitiıklannı, «aydı nîa rıh»görüşleri örka-sında gizlenen zıtlıkları meydana çıkafmakTensöil, Rusya’nın halk sanayiinde fazla üretimi kendine mal etmenin son derece çeşitli şekilleri bu fazla üretimi kendine mal etmenin en gelişmiş şekli olup, «yarının teminatı»nı ihtiva eden ve bugün de «üretici» fikrini ve «üreticinin» tarihî rolünü birinci plâna çıkaran kapitalist şekil arasındaki bağı kurmak düşün-

cesiyle, Rus marksçılarının bu noktalar üstünde yapacakları pek büyük bir çalışma vardır. Onun için, bu meselelerin hal şeklini gösterme teşebbüsü ne kadar cesur görünürse görünsün, bunların ileride yapılacak incelemelerle ne çok değişikliklere ve düzeltmelere uğrayacakları daha şimdiden bilinirse bilinsin, somut meseleleri daha genel ve daha geniş bir tartışmaya tâbi tutmak için, bu meselelerin neler olduğunu hatırlatmak edilen zahmete değer.

Bay Struve, «Ulusal üretim güçleri konfederasyonu» hakkındaki, büyük sanayiin gelişmesinin tarımsal iktisat için olan önemi hakkındaki, sanayici ve tarımcı devletin sadece tarımcı olan devletten üstün oluşu hakkındaki, vb. «dikkate değer görüşü» münasebetiyle List üstünde tartıştığı zaman, kendisini meseleleri yanlış bir şekilde ortaya koymağa götüren dar objektifçilik en yüksek noktasına varmaktadır. Yazar bu görüşün en geniş anlamda «kapitalizmin zorunluluğunu ve meşruluğunu» (s. 123), «zaferi kazanan ticarî üretimin tarihî ve kültür gücünü» (s. 124) «en kandırıcı bir şekilde ispat ettiğini» kabul ediyor.

Yazarın her ülkede, her tarihî döneme, her sınıfa yukarıdan bakıyormuş gibi gelen muhakemelerin-deki iskolastik nitelik burada bütün parlaklığı ile görülmektedir. Bu muhakemeler ister tamamiyle teorik, isterse pratik taraftan ele alınsın, bu hüküm yine doğrudur ve yerindedir. Büyük sanayiin önemi hakkındaki soyut ve dogmatik birtakım tezlerle belli bir ülke için «kapitalizmin tarihî zorunluluğuna ve meşruluğuna» her kim olursa olsun «kaldırılabileceğine» inanmak tuhaf değil mi? Meseleyi Ruskoye Bogatsvto dergisindeki liberal profesörlerin pek sevdikleri bu alanda ortaya koymak hata değil mi? Bir marksçı her şey «niçin böyle de, başka türlü değil?» meselesinin açıklamasına indirgemek zorunda değil midir?

Halkçılar Rus kapitalizminin yapay olduğunu, limonlukta yetiştirilmiş bir nebat olduğunu kabul e-diyorlar. Çünkü, kapitalizmi bizim sosyal iktisadımızın tüm ticarî üretim teşkilâtına bağlıyan bağları anlamıyorlar, bunun bizim «halk üretimimiz»deki köklerini görmüyorlar. Bu bağları ve bu kökleri bunlara gösteriniz, sonra da ,en kötüsü, kapitalizmin pek az gelişmiş şekliyle halk iktisadında egemen olduğunu bunlara gösteriniz, o zaman Rus kapitalizminin «zorunluluğunu» ispat etmiş olursunuz. Emeğin üretim kabiliyetini artırmakla ve emeği sosyalleştirmekle, bu kapitalizmin sınıf zıtlığını, «halk üretimi» içinde her yerde yaratılmış olan zıtlığı geliştirip aydınlığa kavuşturduğunu bunlara gösteriniz, büyük Rus kapitalizminin meşruluğunu ispat etmiş olursunuz. Bu muhakemenin ticarî siyaset meselesine yakından temas eden tarafına gelince, şu nokta kaydedilebilir. Ticaret serbestliğinin ve himayeciliğin kapitalizm tarafından ortaya atılmış bir mesele, bir burjuva siyaseti meselesi olduğunu her şeyden önce ve her şeyin üstünde belirten Rus marksçıları ticaretin serbest olmasından yana cılduklarını söylemek zorundadırlar; çünkü, himayeciliğin ,her yerden fazla, Rusya'da gerici olduğu meydandadır. Himayecilik memleketin iktisadî gelişmesini kösteklemekte, bütün burjuva sınıfının çıkarlarına değil .yalnız kara kalpaklı bir avuç ailenin çıkarlarına hizmet etmektedir. Oysa; biliyoruz ki, ticaretin serbest olması, kapitalizmden kurtulmanın çarelerini içinde taşıyan oluşumu hızlandıracaktır.

Üçüncü bölümün son paragrafı (S. XI) «kapitalizm» kavramının tahliline ayrılmıştır. Yazar, pek haklı olarak, bu kelimenin «pek gelişi güzel» kullanıldığını söylüyor, bu kavramın hem «pek dar».

hem de «pek geniş» yorumuna dair birtakım örnekler veriyor ,am.a ,kesin ve iyice belirli bir tanım yapmıyor. Yazarın tahliline rağmen, «kapitalizm» kavramı, henüz tahlil edilmeğe muhtaç bir durumda bulunmaktadır, oysa bu kavram Marx tarafından .olaylara dayandırılarak, bilme sokulduğuna göre, bu tahlil özel bir güçlük çıkaracak gibi görünmemektedir. Ama, yine bu sefer de, Bay Struve «taassup» la buluşmak istemiyecektir. «Marx ise, diyor yazar, ticarî üretimi kapitalist ticarî üretim haline getiren o-luşumu, belki gerçekte olduğundan daha fazla sert ve kesin ve dolaysız olarak tasavvur etmişti» (s. 127, not). Belki de. Ama, bu, sermayenin tarihine bilimsel bir şekilde dayandırılan biricik görüş olduğundan, belki de daha az «sert ve kesin», daha az «dolaylı» başka kavramlar bilmediğimizden, Marx'a başvuruyoruz. Marx'ın görüşüne göre, kapitalizmin temel nitelikleri şunlardır: 1 - Üretimin genel şekii olarak ticarî mamul üretimi sosyal üretimin çeşitli teşkilât şekillerinde ticaret eşyası şeklini alır ,amq, emek üretiminin bu şekli kapitalist üretimle ancak genel hale gelmiştir, bu şekil artık ne bir istisnadır, ne bağımsız bir olaydır, ne de arızî bir şeydir. Kapitalizmin ikinci niteliği de şudur: 2 - Yalnız e-meğin üretimi olan şey, ticaret eşyası şekli olmakla kalmaz, emeğin kendisi de, yani insanın emek gücü de bir ticaret eşyası haline gelir. Emek gücünün ticaret eşyası şeklinin gelişme derecesi, kapitalizmin gelişme derecesine işaret eder [Karl Marx, Kapital, c. II (1885) s. 93 Şunu da belirtelim ki, alınan parçada, Marx kapitalizmin hiç bir zaman şekilde kalan tanımını yapmaz. Zaten, Marx, genellikle, bu türlü tariflerle uğraşmaz. Burada metinde yalnız ticarî istihsal ile kapitalist istihsal arasındaki münasebete işaret etmektedir.]. Bay Struve’nih bu terimi yanlış anlama hakkında verdiği örnekleri bu tanrm sayesinde kolayca ortaya dökebiliyoruz. Halk iktisadımızın teknik geriliğini, Rus halkçılarının sık sık yaptıkları gbi – elle çalışkanın egemen olduğunu bahane ederek, Rus rejimini kapitalizme karşı çıkarmak tamamiyle saçmadır; çünkü, teknik yüksek gelişme gösterdiği zaman da, aşağı seviyede kaldığı zaman da kapitalizm mevcuttur. Marx kapital’inde birçok defalar göstermiştir ki, sermaye üretimi önce bulduğu şeklile kendine tâbi kılar ,ancak sonra bu üretimi teknik bakmdan değiştirir. Muhakkak ki, Alman Hausindustrie(*) si de, Rusya’nın «büyük ev istihsali sistemi» de sanayiin kapitalist teşkilâtını temsil etmektedir. Çünkü, burada ticarî üretim, egemen olduğu gibi, para sahibi de hem üreticiye egemendir, hem de artık-değeri kendine mal eder. Halkçıların yaptığı gibi, «toprak sahibi» Rus köylülerini Batı Avrupa kapitalizminin karşısına çıkarmakla ,düpe düz kaptilizmin ne olduğunun anlaşılmamış olduğu gösteriliyor ,bu muhakkak. Yazarın da pek doğru olarak gözlediği gibi( «yarı tabiî köy iktisadı» (s. 124) Batının şu ya da bu bölgelerinde hâlâ mevcuttur; ama, bunun böyle olması. Batıda olduğu gibi. Rusya’da da, ne ticarî üretimin egemen olmasına ,ne de üreticilerden pek çoğunun sermayeye tâbi dmasına engel olur. Bu tâbi oluş ,en üstün gelişmesine, en yüksek noktasına varmadan önce, birçok merhalelerden geçer: Marx bu meseleyi inceden inceye açıkladığı halde .halkçılar hemen her zaman bunu bilmemezlikten gelirler Bu tâbi oluş, ticarî ve tefeci sermaye ile başlar, sonra, başlangıçta teknik bakımdan pek ilkel olup, eski üretim sistemlerinden hiç bir şekilde üstün olmayan sanayi kapitalizmi gelir; daha sonra .kaptializm, henüz elçaiışmasına, ve

(*) Metinde almanca olan bu terim «ev sanayii, evde yapılan istihsal» manasına gelir (çev.).


en başta da, ücretli işçiyi topraktan ayırmaksızın, zanaatçı sanayiine dayanan manüfaktürü teşkilâtlandırır, ve gelişmesini makinalaşmış büyük sanayi ile tamamlar. Kapitalizmin en yüksek gelişme noktasını yalnız bu sonuncu üstün safha temsil eder; tamamile malından .mülkünden edilmiş, hava gibi hür ve serbest işçiyi yalnız bu safhadaki kapitalizm yaratır (*) kapitalizmin o «birleştirici» rolünü, halkçıların genel olarak kapitalizme bağlamağa alıştıkları, yalnız bu safhadaki kapitalizm (maddî ve sosyal bakımdan) vücuda getirir; kapitalizmin karşısına «kendi çocuğunu» çıkaran da yine yalnız bu safhadaki kapitalizmdir.

Kitabın dördüncü bölümü olan. «iktisadî ilerleme ile sosyal ilerleme» üçüncü bölümün devamıdır, ve kitabın «evrensel tecrübeyi» halkçıların karşısına çıkaran kısmına bağlanmaktadır. Burada, önce yazarın Marx çömezleri konusundaki yanlış bir fikri [ya da acemice bir ifadesi?] üstünde, sonra da halkçılığı iktisadî bakımdan eleştiricinin görevleri üstünde uzun uzun duracağız.

Bay Struve diyor ki: «Marx kapitalizmden yeni bir sosyal düzene geçişi, kapitalizmin hızla düşmesi, çökmesi şeklinde tasavvur etmişti. (Yazar bunun Marx’ın eserindeki bazı parçalardan çıktığını söylüyor, ama, gerçekte, bu fikir Marx’ın bütün eserlerinde bulunmaktadır). Marx çömezleri birtakım ıslahatlar uğrunda mücadele etmektedirler .Marx’ın 1840 yıllarındaki görüşüne «önemli bir düzeltme getirilmiştir»: Kapitalizmi yeni rejimden ayıran «uçurum» yeri-

(*) Halkçılar işleri her zaman şöyle gösterirler: Toprağından yoksun bırakılmış işçi yalnız makinalaşmış sanayiin zorunlu şartı olarak kalmaz, aynı zamanda, genel olarak kapitalizmin de zorunlu şartıdır.

ne, «bir sıra geçiş safhalarının» zorunlu olduğu kabul edilmiştir.»

Bunun doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Marx’ın görüşüne «çömezleri» tarafından ne önemli, ne de az önemli herhangi bir «düzeltme» eklenmiştir. Islahatlar uğrunda mücadele etmek, hiç bir zaman bir «düzeltme» yapmayı gerektirmez Bu mücadele uçurum ve hızla düşme nazariyesini hiç bir şekilde düzeltmez; çünkü, bu mücadele dobra dobra ve açıkça söylenmiş bir hedefgüTme’kteclir ki, o hedef te «düşme» den (ve çökmeden) başka bir şey değildir. Bunun için «bir sıra geçiş safhalarının» -bir mücadele safhasından başka bir mücadele safhasına, bir mücadele derecesinden başka bir mücadele derecesine geçişin- zorunlu olduğunu Marx 1840 yıllarında kabul etmişti; «yeni bir sosyal düzene doğru gidiş hareketi işçi hareketinden (ve, bunun sonucu olarak ta, ıslahat uğrunda mücadeleden) ayrılamaz» demekle ve, sonuç olarak, birtakım pratik tedbirler teklif etmekle ,bunu bir kere daha söylemiş oluyor (11).

Ama, Bay Struve Marx’ın görüşünün gelişmesini tasvir etmek teşebbüsüne girişmiş bulunuyorsa, bunda muhakkak ki hakiıdır. ö zaman da, burada bir «düzeltme» söz konusu olamaz; tamamıle aksine, yani görüşlerinin uygulaması, pratik uygulama dü-şüncesile kullanılması söz konusu olur.

Yazarın halkçılık karşısındaki tutumu meselesinde de aynı düşüncede olamayız: halkçı edebiyatımız, diyor yazar, ulusal zengin-ı lik ile halkın refahı, sosyal ilerleme, dağıtımın ilerie–»..mesi arasındaki zıtlığı kavramıştır» (s. 131).

Halkçılık bu muhalefeti «kflvrgrrpıııs». Batıda bu muhalefeti doğuran catışmalı zıtlığın ilerleme, kültür, zenginlik ile üreticinin üretim araçlarından ayrılması, halkın emek ürününde üretici payının azalma-
sı, sefaletin ve işsizliğin artması arasındaki aynı catışmalı zıtlığın Islahattan sonra Rusya’da da mevcut olduğunu sadece gözlemiştir, o kadar.

«… İnsancı “nıteTiği, halka karşı beslediği sevgi
gereği bu edebiyat meseleyi ilk hamlede halkın refa
hı yararına halletmiştir. Bir yandan, halk iktisadının bazı şekillerini (ort^O dayanan

topluluk, kooperatif) görünüşte iktisadî eşitlik idealini temsil ettiğinden böylelikle halkın refahını sağladığından; öte ya ndahyti relimin gittikçe artan bir mübadele etkisile ilerlemesinin bu şekillere, hiç elverişli olmadığı şöyle dursun, bu şekillerin iktisadî temellerini yıktığından halkçılar, sanayideki ilerlemesi özel mülkiyet ve iktisadî hürriyete dayanan Batının geçirdiği acı tecrübeyi hatırlayıp, ticarî iktisadın karşısına, kapitalizmin karşısına, iktisadî ve sosyal bir ideal olarak, halkın refahını teminat altına alan «halk üretimini» çıkarmışlar, Rus aydınları iie Rus halkı da bu idealin muhafaza edilmesi ve geliştirilmesi uğrundaki mücadeleye bel bağlamıştı».

Bu muhakeme Bay Struve’nin yanılgılarını bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu muhakemede halkçılık, ulusal zenginlik ile halkınTetanT âra-sindakT çelişmeyi kavrıyan ve, «Batı tecrübesi» nin halka refah vaad etmemîşoldügû bilindiğinden, «meseleyi» dağıtım lehine «halleden» «insancı» bir nazariye olarak gösterilmiştir. Halkçılığın muhtevasına kar-şıdeğitcfâ, saâfece İdealist şekline, saf ve boş hayaller peşinde koşan şekline karşı mücadele ettiğini unutan yazar, meselenin böyle bir «hal tarzı» na karşı çıkmakla, meseleyi halkçı Bayların alışık oldukları skolastik tarzda ortaya kcyduğu için büyük bir hataya düğtüğünü unutmaktadır. Evvelce de işaret edildiği gibi, halkçılık Rus büyük üreticisinin görüşünü ve çıkarlarını yansıtmaktadır. Bu görüşe has olan «insancı nitelik ve halka karşı beslenen yakın-


Iık», «eski soylular teşekkülü» rejiminden ve geleneklerinden çok acılar çekmiş, büyük sermayenin egemenliklerinden de çok acılar çeken küçük üreticimizin sıkıntı içinde bulunmasından ileri gelmektedir. Halkçılığın «Batı» ve Batının Rusya üstünde yaptığı etki karşısındaki tutumu, tabiî ki, kendisinin filân ya da falan fikri «kavraması» ile tayin edilmemiş, küçük üreticinin hayat şartlarile tayin edilmiştir. Bu küçük üretici Batı Avrupa tekniğini alan büyük kapitalizmin kendisinin karşısına dikildiğini anlamışı*) ve bu kapitalizm, tarafından baskı altına alındığından, ezildiğinden, çocukça birtakım nazariyeler kurmuştur. Bu nazariyelere göre, kapitalist siyaseti tayin eden kapitalist iktisat değildir, kapitalizmi tayin eden siyasettir. Büyük kapitalizmi Rus hayatına yabancı bir şey, arızî bir olgu diye kabul eden birtakım nazariyeler bunlar. Kendi küçük ferdî üretime bağlanmış olması, bu küçük üreticiyi devletin gerçek niteliğini anlamak imkânından yoksun hale getirmiş, bu nedenle tüketici devletin küçük üretimi («halk üretimini») geliştirmesini ve buna yardım etmesini istemiştir. Çatışmalı zıtlıkların zayıf gelişmesi, kapitalist Rus toplumunun bu niteliği, küçük burjuvazinin bu fikir sözcüleri tarafından ortaya konan nazariyeyi, genel olarak, emeğin çıkarlarını temsil ettiğini iddia edecek hale getirmiştir.

Halkçıların meseleyi ortaya kcyuş tarzlarındalâ saçmalığı gösterecek, ve küçük üreticinin maddî yaşama şartlarile bu meseleye getirdikleri «hal şekli» ni izah edecek yerde, yazar da meseleyi dogmatik bir tarzda, halkçılarin iktisadî ilerleme ile sosyal ilerleme arasında yaptıkları «seçme» yi hatırlatan dogmatik bir tarzda ortaya koymaktadır.

(*) Bk. Oteçestvennij-e Zapiski’de yayınlanan ve evvelce adı geçen makale.

Halkçılığın iktisadî ilkelerini eleştirinin görevi..-şunu… ispat etmek olmalıdır:

«1. İktisadî ilerleme sosyal ilerlemenin vazgeçilmez şartıdır. Tarihî bakımdan, sosyal ilerleme iktisadî ilerlemeden doğar; gelişmenin belli bir derecesinde, her iki oluşum arasında mutlaka karşılıklı bir etki, karşılıklı bir bağımlılık ortaya çıkacaktır. Nitekim gerçekten çıkar da» (s. 133).

Bu sözler, genel tez olarak, elbette ki tamamile doğrudur. Ama, yine bu sözler halkçılığın iktisadî ilkelerini eleştiri görevlerinden çok, sceyolojik ilkelerini eleştiri görevlerine işaret etmektedir. Aslında, bu, Birinci ve İkinci bölümlerde sözü edilen «toplumun gelişmesini, üretim güçleri gelişmesi tayin eder» denilen görüşün başka bir tarzda ifade edilmesidir. «Halkçılığın iktisadî ilkelerini» eleştirmeye bu yetmez. Meseleyi daha somut bir tarzda ifade etmek, bu meseleyi genellikle ilerlemeden kapitalist Rus toplumunun «ilerlemesi» ne indirgemek, bu ilerlemeyi tobula rasa, «halk üretimi Rus kapitalizminin temeli olmadığı, vb. hakkındaki gülünç halkçı masalları doğuran yanlış yorumlara indirgemek ister. İktisadî ilerleme ile sosyal ilerleme arasında mutlaka karşılıklı etki olacaktır, diyecek yerde, Rusya’daki sosyal ilerlemenin neden ibaret olduğunu göstermek (ya da hiç olmazsa, buna işaret etmek) ister; halkçılar sosyal ilerlemenin iktisadî köklerini görmekte-dirier(*).

(*) Bana itiraz edilip, pek ileri gittiğim söylenebilir: Genel soydan meselelerden yavaş yavaş somut meselelere geçmek niyetinde olduğunu ve Altıncı bölümde de incelediğini yazar -söylememiş midir? Bay Struve’nin eleştirisindeki bu soyut nitelik, Altıncı bölümün ve hatta sonuç ta dahil, bütün eserinin ayırıcı özelliğidir. Hele düzeltilmesi gereken şey de, asıl kendisinin meseleleri ortaya koyuş tarzıdır.


«2. Onun içindir ki, üretimin teşkilâtile ve emeğin üretim, kabiliyeti derecesile ilgili mesele dağıtım meselesinden daha önce gelir; bazı tarihî şartlarda halkın emeğinin üretim kabiliyeti, hem mutlak olarak, hem de izafî olarak, çok düşük olduğu zaman üretim – etkenin başta gelen önemi iyice belli bir şekilde görünür.»

Yazar, burada, Marx akidesinin dağıtıma ikinci derecede önem vermesini hatırlatmaktadır. Kitabının IV. bölümü başına Gotha programının tenkidinden bir parçayı alıyor (12); Marx bunda kaba sosyalizm karşısına, dağıtıma büyük bir önem vermiyen, sosyal düzeni üretim ilişkilerinin teşkilâtile açıklayan ve sözü edilen bu ilişkiler teşkilâtının daha şimdiden belli bir dağıtım sistemini gerektirdiğini dikkate alan bilimsel sosyalizmi çıkarıyor. Yazarın da pek doğru olarak belirttiği gibi. halkçılığın küçük burjuva niteliğini anlamakta son derece önemli olan bu fikir Marx anlayışında yer almıştır. Ama, Bay Struve’nin cümlesinin ikinci kısmı, hele belirsiz «üretim – etken» terimi bu fikri pek karışık hale getirmektedir. Hatta bu terime verilecek anlamda da bazı karışıklıklar olabilin Küçük üretici, başına gelen felâketleri, komşusu perakende satıcı «zengin» olduğu halde kendisi «yoksuldur», «resmî makamlar» ancak büyük sermayeye yardım etmektedir, vb. gibi pek yüzeysel bir şekilde açıklar; bir kelime ile, başına gelenler dağıtımın özelliklerinden, siyasetin ettiği hatalardan, vb. ileri gelmektedir. Halkçı da işte bu küçük üreticinin görüşünü paylaşır. Yazar halkçının karşısına neyi çıkarıyor: Köylü ziraatçının sefil işletmesine hakaretle bakan, kendi işletmesindeki gelişmenin yüksek bir derecede olmasile ve halkın emeğin-deki üretim, kabiliyetinin hem mutlak olarak hem de izafî olarak düşük olan seviyesini yükseltmekteki «üstünlüğü» ile övünen büyük sermayenin görüşünü

mü? Yoksa, daha şimdiden artık siyasete ve dağıtıma başvurmakla yetinemediği o pek gelişmiş ilişkiler içinde yaşıyan, nedenin daha derin olduğunu ve bizzat üretimin (sosyal) teşkilâtı içine, hatta ferdî mülkiyet ilkelerine dayanıp, pazarın idaresi ve kontrolü altında bulunan sosyal iktisadın yapısı içine bile kök saldığını anlamağa başlıyan küçük üreticinin görüşünü mü? «üretim – etken» ifadesini bazan «iktisadî etken» yanında kullandığından (Kars. s. 171: «Halkçılar üretim – etken» i bilmemezlikten gelmekte ve işi her türlü iktisadî etkenin rolünü inkâra kadar vardırmaktadırlar»), «rasyonel olmıyan» üretim ile «rasyonel» olan üretimi birbirile karşılaştırırken, yazar küçük üretici ile daha şimdiden üretim araçlarından tamamile ayrılmış olan üretici arasındaki ilişkileri belirsizleştirdiğinden, okuyucunun zihninde pek haklı olarak böyle bir soru beliriyor. Hiç şüphe yok ki, bu, objektif bakımdan, yazarın açıklamalarının doğruluğunu hiç bir şekilde azaltmaz; kapitalist sistemin tezatlı niteliğini anlamış olanlarca durumu bu ilişkiler açısından tasavvur etmek kolaydır. Ama, bilindiği gibi, Rus halkçıları Baylar bunu anlamadıklarından, bunlarla yapılan tartışmalarda fikrini daha açık ve daha ince bir şekilde ifade etmek ve haddinden fazla genel ve soyut ifadelerden sakınmak yerinde olur.

Evvelce Birinci Bölümde bir örnekle de açıkladığımız gibi, halkçılık ile marksçılık arasındaki farkı, Rus kapitalizminin eleştirisini ele alış tarzlarında aramalıdır. Halkçı, şöyle düşünür: Sömürmenin var olduğunu, sömürme ile siyaset arasında karşılıklı etki bulunduğunu, vb. gözlemek elverir. Marksçı der ki. Bu sömürme olgularını belli bir üretim ilişkileri sistemi olarak, özel bir iktisadî ve sosyal teşekkür olarak birbirine bağlamak ve açıklamak şarttır, bunların işleme ve gelişme kanunları objektif bir şekilde
incelenmelidir. Kapitalizmi eleştirmek için, halkçı, bu sistemi kendi ideali bakımından, «çağdaş bilim ve çağdaş fikirler» bakımından mahkûm, etmek yeter, diye düşünür. Marksçı ise şöyle düşünür: Kapitalist toplumda teşekkül eden sınıfları çok ayrıntılı olarak incelemek şarttır. Bir marksçı ancak belli bir sınıfın görüşünden hareket ederek yapılan eleştiriyi doğru diye sayar; çünkü, bu eleştiri, «ferdin» ahlâkî hükmüne dayanmaz, gerçek sosyal oluşumun sadık ifadesine dayanır,

Bu ilkeden hareket ederek, halkçılığın iktisadî ilkelerinin eleştiri görevlerini ifade etmeyi deneyecek olursak, bu görevler aşağı yukarı şu şekilde karşımıza çıkacaktır:

İspat etmek lâzımdır ki: Tamamile gelişmiş bir olduğu gibi, hatta ortak toprak tasarrufuna bağlı koydaki büyük kapitalizm de «halk üretimi» karşısında odur; kapitalist sosyal teşekkülün üstün gelişme safhası karşısında iç safhası da olur(*); üretimin üretim araçlarından ayrılması ve emek ürününün, fabrikada alduzu gibi, hatta ortak toprak tasarrufuna bağlı köyde de paraya sahip olan tarafından kendine mal edilmesine siyasetle, ne de dağıtımla açıklanabilir, ancak ticarî iktisat rejiminde zorunlu olarak yaratılan üretim ilişkileriyle kapitalist toplumu niteliyen birbirine zıt sınıflara sahip sınıfların teşekkülü ile izah edile-

bilir(*); halkçıların, kapitalizmden geçmeden yüksek bir dereceye ulaştırmak istedikleri gerçek (küçük üretimin bağımsız faaliyetini köstekliyen en kötü ka-sındaki anlaşmazlıklarla, daha şimdiden kapitalizmi ihtiva etmektedir; ama, ihtiva ettiği bu kapitalizm, üretimin bağmsız faaliyetini kösekiiyen en kötü kapitalizm şekillerinden biridir; bu yüzden, daha şimdiden teşekkül etmiş olan sosyal zıtlıkları görmemezlik-ten gelmekle ve «vatan için başka yollar» hayal etmekle, halkçılar gerici birer utopyacı olduklarını göstermiş oluyorlar; çünkü, büyük kapitalizm Rusya’nın her yerinde bulunan bu zıtlıkları geliştirmekten ve aydınlatmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Açıklamaların bundan sonraki kısmı da, doğrudan doğruya, halkçılığın iktisadî eleştirici görevlerinin haddinden fazla soyut bir ifadesine bağlıdır. Yazar, bunda da, Rus kapitalizminin «zorunlu» olduğunu ve «ilerleyici niteliği» ni ispat etmiyor. Batı kapitalizminin zorunlu olduğunu ve ilerleyici niteliğini ispat ediyor. Halkçı doktrinin iktisadî görüşüne dokunmamakla beraber, bu açıklamalarda birçok ilgi çekici ve öğretici şeyler var. Batı işçi hareketi hakkında güvensizliği ifade eden seslerin halkçı edebiyatımızda birçok defalar yükseldiği görülmüştür. Bu, özellikle, Bay Mihaylovski ve ortakları tarafından marksçılar aleyhine girişilen son tartışmada (Rusko-

(*) İktisadî yüzün tahlili, pek tabiî ki, sosyal, hukukî ve fikrî üst yapıların tahlilile tamamlanmalıdır. Kapitalizm ile «halk üretimi» arasındaki bu bağı anlamamak, halkçılarda, köy ıslahatı, devlet, aydınlar, vb. sınıf niteliğine sahip değillerdir, gibi bir fikri doğurmuştur. Bütün bu olguları sınıf mücadelesine indirgiyen maddeci, Islahattan sonra, Rusya’da görülen «sosyal ilerleme» nin kapitalist «iktisadî ilerleme» den doğmuş bir sonuçtan başka bîr şey olmadığını somut bir şekilde göstermektedir.

160

(,*) Rus iktisadî gerçeğinin, en başta da halkçıların saf hülyalarına kaynak teşkil eden iktisadî gerçeğin, yani köy ve zanaat iktisadının «olaylarını yeniden gözden geçirme», üreticide görülen sıkıntının dağıtımdan («mujik yoksuldur, perakende satıcı zengindir*) ileri gelmediğini, üretim ilişkilerinden, bugünkü köy ve zanaat iktisadının sosyal teşkilâtından ileri geldiğini göstermelidir. Böylelikle, «halk» üretiminde de «üretimin teşkilâtı meselesinin» dağıtım meselesinden önce geldiği aydın hale gelmiş olacaktır.

161

ye Bogastsvo, 1893-1894) ortaya çıkmıştır. Bay Mi-haylovski, o zaman, kapitalizmde henüz hiç bir iyi şey bulmadık, diye yazmıştın. Bu küçük burjuva görüş tarzlarının saçmalığı, Bay Struve’nin verilenle ta-mamile çürütülmüştür; bu veriler modern burjuva edebiyatından alındığı için, bunda mübalâğaya düşüldüğü söylenemez. Yazar tarafından alınmış parçalar gösteriyor ki, kapitalizmden yeni bir sosyal iktisadî teşekküle geçişin kaçınılmaz olduğunu Batıda herkes, hatta burjuvalar bile kabul etmektedirler.

Emeğin kapitalizm., tarafından sosyalleştirilmesi o kadar ileri gitmiştir ki, «ulusal iktisadın metodlu bir şekilde teşkilâtlandırılmasının zorunlu olduğunu burjuva bile yüksek sesle ilân etmektedir. Bunun, «yaşadığımız devrin», kapitalist sistemin tamamile dağılışının bir belirtisi olduğunu söylemekte, yazar tamamile haklıdır. Bu konuda yalnız burjuva profesörlerin değil, hatta tutucuların da son derece ilgi çekici sözlerini naklediyor. Rus radikallerinin bile bugüne kadar

(*) Şunu da kaydedelim ki, Bay Mihaylovski, Bay Struve’ye cevap verirken, şu iddiada bulunmuştur: Engels, «Batının işçi hareketi, çağdaş devrin en büyük etkenidir, bu devri bütün devirlerin en iyisi haline getiren ve insanoğlunun tarihini temize çıkaran muazzam bir etkendir» demekle «kendine tutkun» olduğunu göstermiştir.

Engels’e yöneltilen ve insanı bayağı çileden çıkaran bu yergi, bugünkü Rus halkçılığının niteliğini teşkil eder. Bu baylar «halkın gerçeği» üstüne nutuk çekmesini bilirler; bizim «kibar toplumumuz» dan söz etmesini ve vatan için en doğru yolu seçmediğinden ötürü bu kibar toplumu yermesini bilirler; tatlı bir sesle hep bir ağızdan «ya bugün olacak, ya hiç bir zaman olmıyacak» diye terennüm etmesini, hatta aynı havayı yıllarca tekrarlamasını bilirler, ama, bu tatlı nakaratları terennüm etmelerine şerefli bir vesile teşkil eden insanların bağımsız eylemindeki evrensel genişliği katiyen anlamak kabiliyetinde değildirler.

162

kabul etmek istemedikleri şeyi, «yani işçi hareketi» sadece «fikrî kültür tarafından, ya da daha başka siyasî şartlar tarafından yaratılmış olmayıp, kapitalizmin doğurduğu maddî şartlar tarafından yaratıldığı» tiklini bu profesörler ve tutucular da kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Bütün bunlardan sonra, yazarın «dağıtım, rasyonel bir üretime dayanmazsa, ilerliyemez» fikri üstünde daha fazla durmağa gerek var mı? Bu, açıkça şu demektir: Yalnız rasyonel üretime dayanan büyük kapitalizm, üreticiyi kendisine başını kaldırmak, derin derin düşünmek ve kendisi ile ilgilenmek imkânını veren şaıtlar içine yerleştirdiği gibi, üreticinin geri bir durumda olması yüzünden, aynı şartlar içinde bulunmayanlarla ilgilenmesine de imkân verir.

Bay Struve: «İktisadî ilerlemeyi geciktiren son derece eşitsiz dağıtım kapitalizm tarafından yaratılmamıştır. Bu dağıtım, romantiklerin servet ve zenginlik kaynağı dedikleri devirden kalma bir mirastır» (s. 159) diyor. Bu cümle hakkında bir iki kelime söy-liyelim. Eğer yazar, bununla ,eşit olmıyan dağıtım kapitalizmden önce de var -halkçı Bayların unutmak eğiliminde oldukları bir şey de budur- demek istiyorsa, söylediği doğrudur. Ama, kapitalizmin bu eşitsizliği artırdığını inkâr etmek istiyorsa, o zaman da yanlıştır. En korkunç sefaletin kucağına düşmüş köylü ya da dilenci ile bankalar, demiryolları ve sanayi arasındaki o büyük eşitsizlik, toprak köleliği zamanında mevcut değildi, mevcut olmasına imkân yoktu. Bu büyük eşitsizlik, ıslahattan sonraki kapitalist Rusya tarafından yaratılmıştır.

Beşinci Bölüme geçelim Yazar burada «iktisadî görüş olarak halkçılığın» genel bir tarifini yapmaktadır. Bay Struve’ye göre, «halkçılar tabiî iktisadın ve ilkel eşitliğin fikir sözcüleridir» (s. 167).

163

Böyle bir tarifi kabul etmek mümkün değildir. Birinci bölümde öne sürülmüş olup, halkçıların küçük üreticinin fikir sözcüleri olduklarını gösteren delilleri burada tekrar ele alacak değiliz. Küçük üreticinin maddî hayat şartlarının, «patronlar» iie «işçiler» arasındaki geçici ve aracı durumunun hem halkçılarda sınıf zıtlıklarını tanımamayı, hem de programlarını vücuda getiren acaip ilerleyici tezler ve gerici tezler karşımını nasıl doğurduğunu orada gösterdik.

Yalnız şunu ekliyelim ki, Rus halkçılığı bir tara-fiie, yani ilerleyici tarafile, Batı demokratlığına yaklaşmaktadır. Onun için, Fransız tarihi olayları müna-sebetile demokratlığın bundan kırk yıl kadar önce yapılan dahice tasviri tamamile Rus halkçılığına uygulanabilir:

«Bağrında birbirine karşıt iki sınıfın çıkarları kör-leşen küçük burjuvaziyi, bunun sonucu olarak, aracı btr sımfi temsil ettiğinden, demokrat, sınıf zıtlıkları üstünde bulunmayı tasavvur eder. Demokratlar, karşılarında imtiyazlı bir sınıf bulunduğunu, ama, milletin bütün geri kalanile birlikte halkı teşkil ettiklerini kabul ederler. Bunların temsil ettikleri şey, halkın hakkı’dır; bunları ilgilendiren şey, halkın çıkarıdır. Şu halde, bir mücadeleye girişmeden önce, muhtelif sınıfların çıkarlarını ve durumlarını incelemeğe ihtiyaçları yoktur. Kendi imkân ve araçlarını pek kılı kırk yararcasına tartmağa ihtiyaçları yoktur [Tıpkı Rus halkçıları gibi. Bunlar Rusya'da üretici karşısında birtakım zıt sınıflar bulunduğunu inkâr etmezler, ama, bu «yırtıcı sınıflar» in, halka kıyasla, önemsiz oldukları deliline bağlanarak avunurlar, ve her sınıfın ayrı ayrı durumunu ve çıkarlarını ciddî bir şekilde incelemek istemezler; filân kategoriden olan üreticilerin çıkarının «yırtıcı smıflar»ın çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı olup olmadığını öğrenmek istemezler, böylelikle, bu üreticilerin «yırtıcılar»a karsı direncini zayıflatmış olurlar.]…


Ama, uygulamada, çıkarlarının ilgi çekici olmadığı meydana çıkarsa, güçlerinin güçsüzlük olduğu anlaşılırsa kabahat ya bölünmez halkı birbirine düşman birkaç safha ayıran cani safsatacılardadır [Rus halkçılarına göre, kabahat ketli marksçılarda, «karşılıklı sosyal uyum»un ve «birlik halindeki faaliyet» in bol bol yeşerdiği yere kapitalizmi ve kapitalizmin sınıf zıtlıklarını yapay bir şekilde diken bu marksçılardadır (Bay V. V. nin sözleri; Struve, s. 161 de vardır).]… ya uygulamadaki herhangi bir ayrıntı her şeyi berbat etmiştir; ya da beklenmedik bir tesadüf bu sefer başarıyı kaybettirmiştir. Her ne dursa olsun, demokrat, en yüz kızartıcı yenilgiden, mücadeleye girdiği zaman ne kadar masumsa o kadar arı olarak ve ileride yeneceğine olan yeni bir inançla çıkar; bu inanç, hem kendisinin hem de partisinin eski görüşlerini terk edecekleri düşüncesinden gelmez, aksine, şartların daha olgunlaşacağı düşüncesinden gelir» Karl Marx, Louis Bonaparte’ın hükümet darbesi, s. 39) (13).

Halkçıları tabiî iktisadın ve ilke! eşitliğin fikir sözcüleri olarak göstermek yanlıştır; yazar tarafından verilen örnekler de bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bay Struve: «Acaip bir misal olarak kaydedelim ki, diyor. Bay Nikolay – on, Vasilçikof’a hâlâ liberal iktisatçı demektedir» (s. 169-. Bu adı (liberal iktisatçı) iyice incelersek, bunun hiç te ilgi çekici olmadığını görürüz. Vasilçikof,, geniş çapta ucuz kredi verilmesi meselesini kendi programına almıştır. Rusya kapitalist toplumu gibi kapitalist bir toplumda kredinin burjuvaziyi kuvvetlendirmekten ve «kapitalist» ilişkilerin gelişmesine ne sağlamlaşmasına (Denemeler, s. 77) yol açmaktan başka bir işe yaramıyacağı-nı Bay Nikolay – on anlaımamazlık edemez. Teklif ettiği pratik tedbirlerle, Vasilçikof zaten bütün halkçılar gibi, yalnız küçük burjuvazinin çıkarlarını temsil et-



mektedir. Yalnız acaip olan bir nokta varsa, o da, Ruskoye Bogastsvo dergisi yazarları yanında yer alan Bay Nikolay – on’un bunların, tıpkı prens Vasilçikof gibi, birer küçük «liberal iktisatçı» olduklarını «bugüne kadar» anlamamış olmasıdır. Utopyacı öğretirler, pratikte, küçük burjuva ilerlemelerle kolayca bağdaşır. Halkçılık hakkındaki bu değerlendirme, ayrıca, Golovaçef tarafından da doğrulanmıştır. Golovaçef küçük toprak parçaları dağıtımının genelleştirilmesini saçma buluyor ,ve «emekçi halk için ucuz krediyi» salık veriyor. «İnsanı hayrete düşüren» bu doktrini eleştiren Bay Struve bunun teorik saçmalığı üstüne dikkati çekiyor, ama, küçük burjuva muhtevasını hiç belirtmez görünüyor.

Beşinci Bölüm münasebetile, Bay Şçerbina’nın «ortalama ihtiyarlar kanunu» üstünde durmanın önemi vardır. Bu, Bay Struve’nin Altıncı Bölümde açıkça ifade edilen Malthus taraftarlığını tayin etmek için önemlidir. Bu «kanuna» göre, köylüler ellerindeki toprak parçalarına göre guruplara ayrıldığı zaman, köylü ailesinin ihtiyaçlarının (yani, türlü ihtiyaçlar için yapılan masrafların), (her gurupta) pek az değişen, bir ortalaması elde edilir. Bay Şçerbina, bunu yaparken, masrafları nüfus başına dağıtıyor (taksim ediyor).

Bay Struve’nin bu «kanunun büyük bir önemi olduğunu», memnunluk duyarak, belirtmektedir. Çünkü, bu kanun Malthus’un «herkesçe bilinen» ve «nüfusun artması ve refahı, elindeki geçinme imkân ve araçlarına bağlıdır» şeklinde ifade edilen kanununu doğrulamaktadır.

Bay Struve’nin bu kanunu için beğendiği anlaşılamıyor. Bay Şçerbina’nın hesaplarında nasıl olup ta bir «kanun», hem. de «büyük önemi» olan bir kanun görmenin mümkün olduğu anlaşılmıyor. Köylüleri guruplara ayırırsak, filân ya da falan köylü ailelerinin hayat tarzında, nispeten zayıf birtakım farklarla, az

değişen bazı ortalamalar elde etmemiz tamamile tabiidir; hele bu guruplara ayırma işinde, bir ailenin refahının dolaysız belirtisi olmıyan (filân köylü toprak parçasını icara verir, falan köylü, aksine, ilâve a’a-rak, icarla toprak tutar) ve yoksul aileye olduğu gibi, zengin aileye de eşit olarak verilen (el verir ki, bunların aileleri vergiye tâbi aynı sayıda fertleri ihtiva etsin) toprak parçalarının genişliğine dayanırsak; Bay Şçerbina’nın hesapları, kendisinin düpedüz kötü bir sınıflandırma ortalaması seçtiğini göstermektedir .Bay Şçerbina’nın, böylelikle, bir kanun keşfettiğini sanmasında şaşılacak bir taraf yoktur. İcarla toprak tutmayı da toprağı icara vermeyi, ek «ekmek parası kazanmayı», köylünün sahibine ve perakende satıcıya iktisadî bağımlılığını dikkate almadan, toprak parçasının genişliğine dayanarak, sanki «köylünün elindeki geçinme imkân ve araçları» hakkında hüküm verilebilirmiş gibi, bu kanunda Malthus kanununun bir doğrulamasını bulmakta da şaşılacak bir taraf yoktur. Bay Şçerbina’nın bu «kanunu» münasebetile (yapılan izah gösteriyor ki, «kanunu» keşfeden yazar katiyen hiç bir şeyi açıklamayan rakamlarına son derece önem vermektedir). Bay Struve diyor ki: «Halk üretimi» burada sadece ücretsiz elemeği anlamına gelir. İktisadın bu türlü bir teşkilâtile «artık-değerin» üreticinin elinde kalması tartışılmağa değer» (s. 176). Yazar da işaret ediyor ki, emeğin üretim kabiliyeti az yüksek olunca, böyle «bir halk üretim» temsilcisi çaresiz işçiden daha kötü bir şekilde yaşar. Malthus taraftarlığına sapma, yazarı ele aldığı tezi doğru olmıyacak bir şekilde ifade etmeğe sürüklemektedir. Ticarî ve tefeci sermaye emeği her Rus köyünde kendine tâbi kılmakta ve -üreticiyi ücretli işçi haline getirmeksizin- bu emekten sanayi sermayesinin emekçiden kopardığı artık – değerden aşağı olmıyan bir artık – değer koparmaktadır. Bay Struve daha yukarıda pek doğru olarak göstermisti ki, üretici ile tüketici arasında kapitalist yer alır almaz, hatta (görünüşte) bağımsız olan üreticiden tamamlanmış mamulü satın almakla yetindiği zaman bile, bu yeri alır almaz, kapitalist üretim ortaya çıkar (s. 99 ve not 2); hem de «bağımsız» Rus üreticileri arasında kapitalist (tacir, perakende satıcı, kulak, vb.) hesabına çalışmayanını bulmak pek kolay olmı-yacaktır. Halkçıların en büyük yanılgılarından biri, Rus sosyal iktisadının kapitalist teşkilâtı ile ticarî sermayenin köylerde ve ovalardaki kesin egemenliği arasında mevcut sıkı, kopmak bilmez bağı görmemeleridir. Onun için, yazar. «Halkçı Bayların kullandıkları anlamda «halk üretimi» deyimi bile hiç bir gerçek tarihî rejime uygun düşmez. «Halk üretimi», 1861′ e kadar, bizde, Rusya’da toprak köleliğine sıkı sıkıya bağlıydı; 1861′den sonra ise, ticari iktisat hızlı bir tempo ile gelişti, bu da eninde sonunda halk üretiminin saflığını bozmakta gecikmemişti» (s. 177) demekte tamamiyle haklıdır. Halkçı, üretim araçlarının üreticinin tasarrufunda bulunması Rus hayatının geleneğine bağlı ilkedir, dediği zaman, tarihi kendi ham hayali lehine düpe düz tahrif etmiş oluyor hem de lafazanca bir kaçamak yaparak. Toprak köleliği devrinde, üretici borcunu angarya olarak çalışıp ödeyebilsin diye, toprak sahibi üreticiye üretim âletlerini verirdi. Verilen toprak parçası aşağı yukarı aynî (mahsul) olarak verilen bir ücret, fazla mahsulü kendine mal etmenin «geleneğe bağlı» bir vasıtasıy-dı. Toprak köleliğinin ortadan kaldırılması, hiç de müstahsilin «azat edilmesi» demek değildi. Köleliğin kaldırılması, ancak fazla ürünün bir «şekil değiştirmesi» anlamına geliyordu. Meselâ, İngiltere’de toprak köleliğinin kaldırılması gerçekten bağımsız köylüleri ortaya çıkardığı halde, bizde yapılan ıslahat, o «iğrenç» derebey fazla üretiminden bir hamlede hür ve serbest burjuva «artık – değeri» ne geçilmesini sağlamıştır.